Kendisini ilim çevrelerinde yetiştirdi; Arapça, Farsça sonra da İngilizce ve Fransızca öğrendi.
Medrese ve rüştiye öğretmenliği, mahkeme reisliği ve tahrirat müdürlüğü gibi görevlerde bulundu.
Camilerde verdiği vaazlar ile dikkat çekti.
Bu arada Muhbir gazetesinde yazmaya başladı. Gazetede devrin çeşitli siyasi ve sosyal meselelerine değindi.
Yazdığı bir yazı nedeniyle 1867'de Kastamonu'ya sürüldü.
Birkaç ay sonra da Avrupa'ya kaçtı.
Avrupa Yılları (1867-1876)
Yeni Osmanlılar Cemiyetinin (Jön Türklerin) koruyucusu Mustafa Fazıl Paşa'nın yardımlarıyla Muhbir gazetesini bu sefer de Londra'da çıkardı.
Muhbir, yurt dışında yayımlanan ilk Türk gazetesidir.
Ancak bir süre sonra hem yazdıkları hem de aykırı hareketleri nedeniyle gazete, yerini Namık Kemal ile Ziya Paşa'nın çıkardığı "Hürriyet" gazetesine bıraktı.
Londra'da bulunduğu sırada İngiliz Madam Marie ile evlendi.
Muhbir'in kapanmasından sonra Paris'te "Ulum" adıyla bir gazete çıkardı. Ulum'da siyasetten uzak durarak ilmî ve fikrî yazılar yazdı.
1870-1871 Fransız-Alman savaşının çıkması üzerine gazeteyi farklı bir isimle (Muvakkaten Ulum Gazetesi Müşterilerine) Lyon’a nakletti.
II. Abdülhamit'in izniyle 1876'da İstanbul'a döndü.
Bir süre sonra Mekteb-i Sultaniyeye (Galatasaray Lisesine) müdür olarak atandı. Ancak bir süre sonra başarısız bulunarak görevden alındı.
Çırağan Hadisesi ve Ölümü
20 Mayıs 1878 tarihinde daha önce organize ettiği birkaç yüz muhacir ile Çırağan Sarayı'nı bastı. Amacı, II. Abdülhamit'i tahttan indirerek o sırada Çırağan Sarayı'nda gözaltında tutulan V. Murat'ı tahta çıkarmaktı.
Bu baskın sırasında Beşiktaş Muhafızı Yedi-Sekiz Hasan Paşa’nın sopa darbesi ile öldü. Öldüğünde henüz 39 yaşındaydı.
Düşünceleri ve Önemi
Tarihimizin en çok tartışılan simalarından biridir.
Yazılarında hürriyet, eşitlik, meclis, meşrutiyet, laiklik ve demokrasi gibi kavramlara yer verdi.
Düşüncelerinde İslam’ı referans noktası olarak aldı. Buna rağmen Arap harflerinin bırakılarak Latin harflerinin kabul edilmesi gerektiği, İslamiyet'te Hilafet adıyla bir müessesenin aslında hiç olmadığı, Türk dili için lisan-i Osmani demenin yanlış olduğu, hutbelerin Türkçe okunması gerektiği gibi dönemi için aykırı olan birçok düşünceyi dile getirdi.
Özellikle Türkçenin sadeleşmesi ve Türkçü düşünceleri ile ön plana çıktı.
Türkçenin sadeleşmesi savunmakla kalmayarak yazılarında konuşma diline yakın dil kullandı. Suavi, bu konuya çağdaşı pek çok aydından daha şuurlu yaklaşmış ve çözüm yolları aramıştır.
Sonuç olarak Ali Suavi, kimileri tarafından demokrasi uğruna şehit olmuş, çağının ötesinde bir aydın olarak görülürken kimi aydınlar tarafından da pek ciddiye alınmamış hatta İngiliz ajanlığı ile suçlanmıştır.
Desteğiniz bizim için önemli. Daha iyi içerikler üretebilmemiz için hem "Takip Et" butonuna tıklayarak hem de yorumlarınızla bize destek olabilirsiniz. Ayrıca sayfaya daha rahat ulaşmak için sayfamızı sık kullanılanlar klasörüne eklemeyi unutmayınız.
Edebiyat için gerçekten bilgilendirici ve emek isteyen bir çalışma yapmışsınız elinize saglik
YanıtlaSilBeğenmenize sevindim, güzel yorumunuz için teşekkür ederim.
Sil