Ayılmak, kendine gelmek anlamında kullanılan bir deyimdir.
Afyon tiryakilerinin Ramazan aylarında başvurdukları bir hile ile ortaya çıkan bir deyimdir. Osmanlı zamanında afyon müptelaları, Ramazan gelince gündüz afyon yutamadıklarından çok ızdırap çeker, bir yerde duramazlarmış. Sonunda şöyle bir çare bulmuşlar: Macun haline getirdikleri afyonu mide asidi ile çözülebilecek bir kağıda sarıp sahurda yutarlarmış. Gün içerisinde kâğıdın mide salgısıyla erimesiyle de kafayı bulurlarmış.
Altından Bir Çapanoğlu Çıkmak
Bir işin gizli kalmış kötü ve aksak yanıyla, kuşkulu bir durumuyla karşılaşmak anlamından kullanılan bir deyimdir.
Çapanoğulları, 18. ve 19. yüzyıllarda Orta Anadolu'da etkili olan güçlü bir sülale imiş. Bu tarihlerde "Çapanoğlu" adı yalnız halk arasında değil, devlet ricali arasında da ün salmış. Söylentiye göre bir devlet memuru, bir olayı kovuştururken Çapanoğullarından birinin de adı bu olaya karışmış. Çapanoğlu nüfuzundan çekinen başka bir memur da: "Bu işi fazla kurcalama, altından Çapanoğlu çıkar." diyerek kovuşturmayı yarıda bıraktırmış. Bu ifade de halk arasında zamanla bir deyim haline gelmiş.
Atı Alan Üsküdar'ı Geçti
Fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şeyin kalmadığını anlatan bir sözdür. Sözün kaynağı genel olarak Köroğlu olarak gösterilir ki hikaye şöyledir:
Bolu Beyi'ne başkaldıran Köroğlu, bir gün atını çaldırmış. Asil bir hayvan olan atını aramak için tebdil-i kıyafet ile (kılık değiştirerek) diyar diyar dolaşmış ve sonunda yolu İstanbul'a düşmüş. Atını, pazarda görünce de hemen alıcı rolüne bürünüp:
Bindiği Dalı Kesmek
"Kendisine gerekli ve yararlı olan şeyi farkında olmadan yararsız duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek." anlamında kullanılan bir deyimdir. Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkmıştır:
Bir gün Hoca bir ağaca çıkıp oturduğu dalı kesmeye başlar. Aşağıdan geçen bir herif: "Bre âdem, n’eylersin, şimdi dal kesildiği gibi düşersin." der. Akabinde dal kırılıp Hoca da aşağı düşer.
Buyurun Cenaze Namazına
Beklenmedik kötü bir durum karşısında kişinin duyduğu üzüntü ve çaresizliği anlatan bir sözdür. Nasrettin Hoca ya da IV. Murat ile Bekri Mustafa'ya bağlanarak anlatılan benzer hikayelerle ortaya çıkan bir deyimdir. Nasrettin Hoca'ya atfedilen fıkra şöyledir:
Bir gün Hoca etrafına toplanan köylülere Timur’un askerlerinin zulmünden bahsedip:
― Sabrediniz, elbette Allah onların bir gün belasını verecektir. Çünkü Allah zalimlerin düşmanıdır. Mazlumun intikamını bırakmaz! der.
O sırada halk arasında duran uzun boylu ve başı külahlı bir derviş söze karışarak:
― Hoca efendi, yanlış söylüyorsun. Onlar zalim değil, Allah’ın intikam vasıtasıdır. Asıl zalim sizsiniz! deyince Hoca, o zamana kadar dikkat etmediği dervişe şöyle bir bakmış ve adamı Timur'a benzetmiş.
Bunun üzerine telaşla:
― Baba erenler, hangi diyarın gülü ve hangi bağın sümbülüsünüz? Mübarek adınızı söyler misiniz?
Güme Gitmek
Anlaşılmamak, hiç uğruna ölmek, değeri anlaşılmadan yitip gitmek anlamında kullanılan bir deyimdir. Deyimin ortaya çıkışı ile ilgili hikâye şöyledir:
Zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken "hoooppp güm" şeklinde nara atarlarmış. Ancak zindana atılanların arasında bazen masum kişiler de bulunurmuş. İnsanlar da suçsuz bir vatandaş zindana atıldığında, günahsız yere hapse götürülüyor anlamında "adamcağız güme gitti, yazık oldu" dermiş.
Hanya'yı Konya'yı Anlamak
Bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak anlamında kullanılan bir deyimdir. Deyimin çıkışıyla ilgili anlatılan hikaye şöyledir:
Osmanlı Dönemi’nde Girit’in Hanya şehrine Konya’dan insafsız bir vali gelmiş. İlk yaptığı iş de vergileri halkın ödeyemeyeceği derecede artırmak olmuş. Adanın ileri gelenleri de Vali'nin huzuruna çıkıp vergilerden şikayet etmişler. Ancak Vali bu şikâyetleri hiç dikkate almamış. Bu durum karşısında Hanyalılar, bir gece yatsı namazından çıkan Vali'yi karanlıktan istifade ederek iyice bir hırpalamışlar. Vali, güçlükle doğrulup konağına giderken de arkasından bağırmışlar:
Bir işin gizli kalmış kötü ve aksak yanıyla, kuşkulu bir durumuyla karşılaşmak anlamından kullanılan bir deyimdir.
Çapanoğulları, 18. ve 19. yüzyıllarda Orta Anadolu'da etkili olan güçlü bir sülale imiş. Bu tarihlerde "Çapanoğlu" adı yalnız halk arasında değil, devlet ricali arasında da ün salmış. Söylentiye göre bir devlet memuru, bir olayı kovuştururken Çapanoğullarından birinin de adı bu olaya karışmış. Çapanoğlu nüfuzundan çekinen başka bir memur da: "Bu işi fazla kurcalama, altından Çapanoğlu çıkar." diyerek kovuşturmayı yarıda bıraktırmış. Bu ifade de halk arasında zamanla bir deyim haline gelmiş.
Atı Alan Üsküdar'ı Geçti
Fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şeyin kalmadığını anlatan bir sözdür. Sözün kaynağı genel olarak Köroğlu olarak gösterilir ki hikaye şöyledir:
Bolu Beyi'ne başkaldıran Köroğlu, bir gün atını çaldırmış. Asil bir hayvan olan atını aramak için tebdil-i kıyafet ile (kılık değiştirerek) diyar diyar dolaşmış ve sonunda yolu İstanbul'a düşmüş. Atını, pazarda görünce de hemen alıcı rolüne bürünüp:
— Efendi, demiş, bu at güzele benziyor. Ancak binip bir denemek isterim.
Satıcı, Köroğlu'nu tanıyamadığı için binmesine izin vermiş. At, üzerine binen eski sahibini tanıyıp dörtnala koşmaya başlamış. Köroğlu, Sirkeci sahiline gelip bol para vererek bir sal kiralamış ve Üsküdar'a geçmiş. Bu arada at hırsızı, aldatıldığından dolayı kıvranır dururmuş. Köroğlu'nu atıyla bir sal üzerinde gören adamın dostlarından biri, onu teselli için seslenmiş:
— Üzülmeyi bırak! Atı alan Üsküdar'ı geçti. O adam Köroğlu'nun kendisi idi.
Baklayı Ağzından Çıkarmak
Açık söylemekten kaçındığı bir sorunu sonunda açıklamak anlamında kullanılan bir deyimdir. Bu deyimin çıkışıyla ilgili hikaye ise şöyledir:
Yeni derviş olmuş biri, tahammül edemediği durumlarda kötü kötü konuşurmuş. Yolumuz edep yoludur diyen Şeyhi de ona bir bakla vermiş. "Bunu dilinin altına koy, kötü konuşacağın zaman ağırlığını hissedersin ve vazgeçersin." demiş. Derviş, baklayı dilinin altına koymuş. Gerçekten de ağzındaki bakla dervişin kötü konuşmasını engellemiş. Zaman geçtikçe de kötü konuşmaktan vazgeçmiş ama yine de baklayı ağzından çıkarmamış. Hafif yağmurlu bir gün Şeyh'i ile bir yere gidiyormuş. Şeyh önde, derviş bir adım gerisinde yürürken evin birisinin camı tıklatılmış, başını uzatan bir kadın: "Derviş babalar biraz durun." demiş. Şeyh de ya bir hasta var nefes edilecek ya da kadının bir problemi var soracak." demiş ve durup beklemeye başlamış. Bir müddet sonra "Yürü derviş kardeş!" demiş Şeyh. Tam adımını atarken pencere yine tıklatılmış: "Biraz daha durun." demiş kadın. Bu arada yağmur hızlanmış. Şeyh de derviş de sırılsıklam olmuşlar. Derken yine pencereye tıklatılmış ve kadın: "Haydi gidin artık!" demiş. Şeyh: "Peki bacım, bizi niye beklettin?" deyince kadın da: "Tavukları kuluçkaya yatırdım, sizin kavuklarınız büyük. Civcivler tepeli çıksın diye, size karşı yatırdım." demiş. Şeyh, bu sözü duyunca dervişe dönüp "Derviş kardeş, çıkar ağzından baklayı!" demiş.
Baklayı Ağzından Çıkarmak
Açık söylemekten kaçındığı bir sorunu sonunda açıklamak anlamında kullanılan bir deyimdir. Bu deyimin çıkışıyla ilgili hikaye ise şöyledir:
Yeni derviş olmuş biri, tahammül edemediği durumlarda kötü kötü konuşurmuş. Yolumuz edep yoludur diyen Şeyhi de ona bir bakla vermiş. "Bunu dilinin altına koy, kötü konuşacağın zaman ağırlığını hissedersin ve vazgeçersin." demiş. Derviş, baklayı dilinin altına koymuş. Gerçekten de ağzındaki bakla dervişin kötü konuşmasını engellemiş. Zaman geçtikçe de kötü konuşmaktan vazgeçmiş ama yine de baklayı ağzından çıkarmamış. Hafif yağmurlu bir gün Şeyh'i ile bir yere gidiyormuş. Şeyh önde, derviş bir adım gerisinde yürürken evin birisinin camı tıklatılmış, başını uzatan bir kadın: "Derviş babalar biraz durun." demiş. Şeyh de ya bir hasta var nefes edilecek ya da kadının bir problemi var soracak." demiş ve durup beklemeye başlamış. Bir müddet sonra "Yürü derviş kardeş!" demiş Şeyh. Tam adımını atarken pencere yine tıklatılmış: "Biraz daha durun." demiş kadın. Bu arada yağmur hızlanmış. Şeyh de derviş de sırılsıklam olmuşlar. Derken yine pencereye tıklatılmış ve kadın: "Haydi gidin artık!" demiş. Şeyh: "Peki bacım, bizi niye beklettin?" deyince kadın da: "Tavukları kuluçkaya yatırdım, sizin kavuklarınız büyük. Civcivler tepeli çıksın diye, size karşı yatırdım." demiş. Şeyh, bu sözü duyunca dervişe dönüp "Derviş kardeş, çıkar ağzından baklayı!" demiş.
Bindiği Dalı Kesmek
"Kendisine gerekli ve yararlı olan şeyi farkında olmadan yararsız duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek." anlamında kullanılan bir deyimdir. Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkmıştır:
Bir gün Hoca bir ağaca çıkıp oturduğu dalı kesmeye başlar. Aşağıdan geçen bir herif: "Bre âdem, n’eylersin, şimdi dal kesildiği gibi düşersin." der. Akabinde dal kırılıp Hoca da aşağı düşer.
Buyurun Cenaze Namazına
Beklenmedik kötü bir durum karşısında kişinin duyduğu üzüntü ve çaresizliği anlatan bir sözdür. Nasrettin Hoca ya da IV. Murat ile Bekri Mustafa'ya bağlanarak anlatılan benzer hikayelerle ortaya çıkan bir deyimdir. Nasrettin Hoca'ya atfedilen fıkra şöyledir:
Bir gün Hoca etrafına toplanan köylülere Timur’un askerlerinin zulmünden bahsedip:
― Sabrediniz, elbette Allah onların bir gün belasını verecektir. Çünkü Allah zalimlerin düşmanıdır. Mazlumun intikamını bırakmaz! der.
O sırada halk arasında duran uzun boylu ve başı külahlı bir derviş söze karışarak:
― Hoca efendi, yanlış söylüyorsun. Onlar zalim değil, Allah’ın intikam vasıtasıdır. Asıl zalim sizsiniz! deyince Hoca, o zamana kadar dikkat etmediği dervişe şöyle bir bakmış ve adamı Timur'a benzetmiş.
Bunun üzerine telaşla:
― Baba erenler, hangi diyarın gülü ve hangi bağın sümbülüsünüz? Mübarek adınızı söyler misiniz?
Derviş de: "Maveraünnehir'denim. Adım Timur'dur." cevabını verince Hoca büsbütün şaşırarak:
― Aman erenler hükümdarlık filan var mı? diye sormuş. Derviş de "Evet" cevabını verince Hoca derhal etrafındaki köylülere hitap ederek:
― Er kişi niyetine, buyurun cenaze namazına! demiş.
Ateş Pahası
Çok pahalı anlamında bir deyimdir. Deyimin ortaya çıkışı ile ilgili anlatılan hikaye ise şöyledir:
Söylentiye göre Kanuni Sultan Süleyman maiyetiyle bir köyden geçerken birdenbire başlayan yağmur nedeniyle bir köy evine sığınır. Kanuni, köylünün yaktığı ateş karşısında ısınırken memnun olduğunu ve o ateşin o andaki önemini anlatmak için: "Şu ateş bin altın eder doğrusu." demiş. Yağmurun devam etmesi yüzünden, köylünün tanımadığı ancak önemli şahıslar olduğunu tahmin ettiği misafirler, geceyi o evde geçirmek zorunda kalmışlar. Ertesi gün ayrılırken borcunu soran Kanuni’ye köylü: "Bin bir altın" demiş. Misafirler şaşırıp sebebini sorduklarında köylü de: "Ateşin bin altın ettiğini siz söylediniz. Bir gecelik yer ücreti de bir altındır, olur bin bir altın." der.
Derdini Marko Paşa'ya Anlat
Hilal-i Ahmer'in (Kızılay) kurucusu ve Sultan Abdülaziz'in başhekimi olan Marko Paşa, kendisini pek de ilgilendirmeyen ya da çaresi olmayan dertleri bile büyük bir sabırla dinlermiş. Karşısındakinin sözü bitince de Rumca şivesiyle
-belki de çözümün kendisinde olmadığını ifade edebilmek için- "Anladık ama ne?” diye sorarmış. Anlaşılmadığını düşünen muhatabı da sıkıntısını etraflıca bir kez daha anlatırmış ama Paşa'nın tepkisi yine aynı olurmuş: "Anladık ama ne?" Sonrasında vatandaş Paşa’dan kendisine bir fayda gelmeyeceğine kanaat getirip şikayetini kesermiş. Bazıları Paşa’nın derde derman olmasa bile en azından karşısındakini dinleyerek bir tür rehabilitasyon yaptığı kanısındaymış. Paşa'nın dinleme konusundaki hüneri zamanla o kadar yaygınlaşmış ki insanlar "Derdini Marko Paşa'ya anlat." sözünü "Şikayetini dinleyecek birini bulamazsın." ya da "Derdinin dermanı bende yok." anlamıyla kullanır olmuşlar.
El Elin Eşeğini Türkü Çağırarak Arar
İnsanın kendi sıkıntı ve sorunlarına başkaları gereken önemi vermez, gerektiği kadar ilgilenmez anlamında kullanılan bir deyimdir. Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkan bir deyimdir:
Subaşının eşeği kaybolmuş. Adamları ayrılıp aramaya çıkmışlar. Yolda Hoca’ya rastlamışlar. Bağa gittiğini anlatmışlar. Sen de o taraflarda ara demişler. Hoca hem türkü söyler hem gidermiş. Birisi, "Hoca ne yapıyorsun demiş?" Hoca demiş ki: Subaşının eşeğini arıyorum. Adam, bu nasıl eşek arayış, deyince de Hoca: "El, elin eşeğini türkü çağıra çağıra arar.” deyivermiş.
Eli Kulağında
Nerede ise olacak, çok yakında olması beklenen anlamında kullanılan bir deyimdir. Deyimin ortaya çıkışı ile ilgili olay ise şöyledir:
İslamiyet yayılmaya başlayınca Müslümanları namaza çağırmak için ezan okunması kararlaştırılmış, bu vazifeye de sesi güzel olduğu için eski köle Hz. Bilal seçilmiş. Ne var ki Medine'deki müşrikler, ezan okunurken gürültü yapmaya, çocukları toplayıp Bilal-i Habeşi ile alay ettirmeye başlamışlar. Bunun üzerine Hz. Bilal, etkilenmemek için ezanı kulaklarını elleriyle kapatarak okumaya başlamış. Sonrasında müezzinler de -asıl gerekçesi unutulsa da- ezanı Bilal-i Habeşi gibi okumaya başlamışlar.
― Aman erenler hükümdarlık filan var mı? diye sormuş. Derviş de "Evet" cevabını verince Hoca derhal etrafındaki köylülere hitap ederek:
― Er kişi niyetine, buyurun cenaze namazına! demiş.
Ateş Pahası
Çok pahalı anlamında bir deyimdir. Deyimin ortaya çıkışı ile ilgili anlatılan hikaye ise şöyledir:
Söylentiye göre Kanuni Sultan Süleyman maiyetiyle bir köyden geçerken birdenbire başlayan yağmur nedeniyle bir köy evine sığınır. Kanuni, köylünün yaktığı ateş karşısında ısınırken memnun olduğunu ve o ateşin o andaki önemini anlatmak için: "Şu ateş bin altın eder doğrusu." demiş. Yağmurun devam etmesi yüzünden, köylünün tanımadığı ancak önemli şahıslar olduğunu tahmin ettiği misafirler, geceyi o evde geçirmek zorunda kalmışlar. Ertesi gün ayrılırken borcunu soran Kanuni’ye köylü: "Bin bir altın" demiş. Misafirler şaşırıp sebebini sorduklarında köylü de: "Ateşin bin altın ettiğini siz söylediniz. Bir gecelik yer ücreti de bir altındır, olur bin bir altın." der.
Derdini Marko Paşa'ya Anlat
Hilal-i Ahmer'in (Kızılay) kurucusu ve Sultan Abdülaziz'in başhekimi olan Marko Paşa, kendisini pek de ilgilendirmeyen ya da çaresi olmayan dertleri bile büyük bir sabırla dinlermiş. Karşısındakinin sözü bitince de Rumca şivesiyle
-belki de çözümün kendisinde olmadığını ifade edebilmek için- "Anladık ama ne?” diye sorarmış. Anlaşılmadığını düşünen muhatabı da sıkıntısını etraflıca bir kez daha anlatırmış ama Paşa'nın tepkisi yine aynı olurmuş: "Anladık ama ne?" Sonrasında vatandaş Paşa’dan kendisine bir fayda gelmeyeceğine kanaat getirip şikayetini kesermiş. Bazıları Paşa’nın derde derman olmasa bile en azından karşısındakini dinleyerek bir tür rehabilitasyon yaptığı kanısındaymış. Paşa'nın dinleme konusundaki hüneri zamanla o kadar yaygınlaşmış ki insanlar "Derdini Marko Paşa'ya anlat." sözünü "Şikayetini dinleyecek birini bulamazsın." ya da "Derdinin dermanı bende yok." anlamıyla kullanır olmuşlar.
El Elin Eşeğini Türkü Çağırarak Arar
İnsanın kendi sıkıntı ve sorunlarına başkaları gereken önemi vermez, gerektiği kadar ilgilenmez anlamında kullanılan bir deyimdir. Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkan bir deyimdir:
Subaşının eşeği kaybolmuş. Adamları ayrılıp aramaya çıkmışlar. Yolda Hoca’ya rastlamışlar. Bağa gittiğini anlatmışlar. Sen de o taraflarda ara demişler. Hoca hem türkü söyler hem gidermiş. Birisi, "Hoca ne yapıyorsun demiş?" Hoca demiş ki: Subaşının eşeğini arıyorum. Adam, bu nasıl eşek arayış, deyince de Hoca: "El, elin eşeğini türkü çağıra çağıra arar.” deyivermiş.
Eli Kulağında
Nerede ise olacak, çok yakında olması beklenen anlamında kullanılan bir deyimdir. Deyimin ortaya çıkışı ile ilgili olay ise şöyledir:
İslamiyet yayılmaya başlayınca Müslümanları namaza çağırmak için ezan okunması kararlaştırılmış, bu vazifeye de sesi güzel olduğu için eski köle Hz. Bilal seçilmiş. Ne var ki Medine'deki müşrikler, ezan okunurken gürültü yapmaya, çocukları toplayıp Bilal-i Habeşi ile alay ettirmeye başlamışlar. Bunun üzerine Hz. Bilal, etkilenmemek için ezanı kulaklarını elleriyle kapatarak okumaya başlamış. Sonrasında müezzinler de -asıl gerekçesi unutulsa da- ezanı Bilal-i Habeşi gibi okumaya başlamışlar.
Anlaşılmamak, hiç uğruna ölmek, değeri anlaşılmadan yitip gitmek anlamında kullanılan bir deyimdir. Deyimin ortaya çıkışı ile ilgili hikâye şöyledir:
Zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken "hoooppp güm" şeklinde nara atarlarmış. Ancak zindana atılanların arasında bazen masum kişiler de bulunurmuş. İnsanlar da suçsuz bir vatandaş zindana atıldığında, günahsız yere hapse götürülüyor anlamında "adamcağız güme gitti, yazık oldu" dermiş.
Hanya'yı Konya'yı Anlamak
Bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak anlamında kullanılan bir deyimdir. Deyimin çıkışıyla ilgili anlatılan hikaye şöyledir:
Osmanlı Dönemi’nde Girit’in Hanya şehrine Konya’dan insafsız bir vali gelmiş. İlk yaptığı iş de vergileri halkın ödeyemeyeceği derecede artırmak olmuş. Adanın ileri gelenleri de Vali'nin huzuruna çıkıp vergilerden şikayet etmişler. Ancak Vali bu şikâyetleri hiç dikkate almamış. Bu durum karşısında Hanyalılar, bir gece yatsı namazından çıkan Vali'yi karanlıktan istifade ederek iyice bir hırpalamışlar. Vali, güçlükle doğrulup konağına giderken de arkasından bağırmışlar:
— Şimdi anladın mı Hanya’yı Konya’yı?
Hoşafın Yağı Kesilmek
Söyleyecek söz, verecek karşılık veya yapacak bir şey bulamayacak bir duruma düşmek anlamlarında kullanılan bir deyimdir.
Yeniçeri Ocağında yaşlı aşçılardan biri hem ihtiyarlığından hem de üşengeçliğinden olsa gerek, hoşafı kaplara pilav koyduğu kepçe ile koyarmış. Normalde olmaması gereken yağ, hoşafta da olmaya başlayınca askerlerde yeni bir damak tadı oluşmuş. İhtiyar aşçı emekli olup da yerine atanan yeni aşçı titizliğinden olacak, hoşafın kepçesini değiştirince ortaya aslında olması gerektiği gibi yağsız bir hoşaf çıkmış. Yeniçeriler de hoşafın yağı kesildi diye ayaklanmışlar.
İpe Un Sermek
Geçersiz birtakım nedenler ileri sürerek istenilen işi yapmaktan kaçınmak anlamında kullanılan bir deyimdir. Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkan bir deyimdir:
Aldıklarını bir türlü getirmeyen bir komşusu, Hoca'nın evine gelip çamaşır ipi istemiş. Hoca, içeriye girmiş, bir müddet sonra çıkarak komşusuna, komşucuğum demiş, ipe un sermişler. Komşusu, ilahi Hocam demiş, hiç ipe un serilir mi? Hoca da: "Vermeye gönlüm olmayınca serilir." demiş.
Mavi Boncuk Dağıtmak
Birçok kişiye birden sevgi göstermek, herkese şirin görünmeye çalışmak anlamındadır. Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkan bir deyimdir:
Hoca’nın iki karısı varmış. Hangimizi daha çok seviyorsun diye Hoca’yı sıkıştırırlarmış. Hoca, ikisine de ayrı ayrı birer mavi boncuk vermiş. Sakın ortağına gösterme demiş; bu boncuk, seni daha çok sevdiğime alâmet. Bir gün Hoca'nın eşleri yine hangimizi daha çok seviyorsun diye Hoca’yı sıkıştırmışlar. Hoca ise gözlerini süzerek mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm onda demiş.
O Tarakta Bezi Olmak / Olmamak
O şeyle ilişiği bulunmak anlamındadır.
Deyimde geçen "tarak" aslında dokuma tezgahlarındaki bir parçaymış. Tarak gözleri inceldikçe kumaşın sıklığı artarmış. Sözün çıkış anlamı kişinin bahsi geçen kumaşları dokumadığını anlatmak olsa da söz zamanla "o şeyle ilişiği bulunmak" anlamıyla deyimleşmiştir.
Parayı Veren Düdüğü Çalar
Hoşafın Yağı Kesilmek
Söyleyecek söz, verecek karşılık veya yapacak bir şey bulamayacak bir duruma düşmek anlamlarında kullanılan bir deyimdir.
Yeniçeri Ocağında yaşlı aşçılardan biri hem ihtiyarlığından hem de üşengeçliğinden olsa gerek, hoşafı kaplara pilav koyduğu kepçe ile koyarmış. Normalde olmaması gereken yağ, hoşafta da olmaya başlayınca askerlerde yeni bir damak tadı oluşmuş. İhtiyar aşçı emekli olup da yerine atanan yeni aşçı titizliğinden olacak, hoşafın kepçesini değiştirince ortaya aslında olması gerektiği gibi yağsız bir hoşaf çıkmış. Yeniçeriler de hoşafın yağı kesildi diye ayaklanmışlar.
İpe Un Sermek
Geçersiz birtakım nedenler ileri sürerek istenilen işi yapmaktan kaçınmak anlamında kullanılan bir deyimdir. Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkan bir deyimdir:
Aldıklarını bir türlü getirmeyen bir komşusu, Hoca'nın evine gelip çamaşır ipi istemiş. Hoca, içeriye girmiş, bir müddet sonra çıkarak komşusuna, komşucuğum demiş, ipe un sermişler. Komşusu, ilahi Hocam demiş, hiç ipe un serilir mi? Hoca da: "Vermeye gönlüm olmayınca serilir." demiş.
Mavi Boncuk Dağıtmak
Birçok kişiye birden sevgi göstermek, herkese şirin görünmeye çalışmak anlamındadır. Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkan bir deyimdir:
Hoca’nın iki karısı varmış. Hangimizi daha çok seviyorsun diye Hoca’yı sıkıştırırlarmış. Hoca, ikisine de ayrı ayrı birer mavi boncuk vermiş. Sakın ortağına gösterme demiş; bu boncuk, seni daha çok sevdiğime alâmet. Bir gün Hoca'nın eşleri yine hangimizi daha çok seviyorsun diye Hoca’yı sıkıştırmışlar. Hoca ise gözlerini süzerek mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm onda demiş.
O Tarakta Bezi Olmak / Olmamak
O şeyle ilişiği bulunmak anlamındadır.
Deyimde geçen "tarak" aslında dokuma tezgahlarındaki bir parçaymış. Tarak gözleri inceldikçe kumaşın sıklığı artarmış. Sözün çıkış anlamı kişinin bahsi geçen kumaşları dokumadığını anlatmak olsa da söz zamanla "o şeyle ilişiği bulunmak" anlamıyla deyimleşmiştir.
Parayı Veren Düdüğü Çalar
Karşılığını ödediğinde insan istediğini elde edebilir anlamında bir sözdür. Bu söz, Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile deyim haline gelmiştir:
Hoca bir gün çarşıya alışverişe gidecektir. Hocanın çarşıya gittiğini duyan çocuklar da bir şeyler istemişler. Yalnız içlerinden biri parasını verip bir düdük istiyorum, demiş. Bunu duyan diğer çocuklar da düdük istemişler. Dönüşte çocuklar Hoca’nın çevresine üşüşmüşler. Hoca ise cebinden tek bir düdük çıkararak para veren çocuğa uzatmış ve "Parayı veren düdüğü çalar!" demiş.
Suyunun Suyu / Tavşanın Suyunun Suyu
İki şey arasındaki ilginin çok uzak olduğunu anlatan bir sözdür. Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkan bir deyimdir:
Günlerden bir gün bir adam, elinde bir tavşan ile gelip Nasreddin Hoca’ya misafir olmuş. Hoca, adamı güzelce ağırlayıp yedirip içirmiş. Aradan beş on gün geçtikten sonra o tavşan getiren adamın hemşehrilerinden beş on adam gelip Hoca’ya misafir olmak istemişler. Hoca’ya selam verip: "Biz, şu geçen gece sana tavşan getiren adamın hemşehrileriyiz. Sana misafir olmaya geldik." Hoca, istemeyerek de olsa bunları da misafir etmiş. Aradan beş on gün daha geçmiş. Yine beş on adam daha gelip Hoca’ya şöyle demişler: "Biz, sana tavşan getiren adamın komşularıyız. Sana misafir olmaya geldik." Hoca bunları da evine alıp misafir etmiş. Akşam olup da yemek vakti gelince Hoca, kocaman bir sahana su doldurup bunların önüne koymuş: "Haydi, ağalar buyurun sofraya." demiş. Adamlar, şaşkınlık içinde Hoca’ya sormuşlar: "Bre Hoca, hiç su yenir mi?" Hoca dayanamayıp cevap vermiş: "Ey misafirler! İşte bu gördüğünüz, o adamın getirdiği tavşanın suyunun suyudur.
Ye Kürküm Ye!
Gösterilen saygının kişiliğe değil de giyim kuşama olduğunu belirtmek için kullanılan bir sözdür. Deyim, Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkmıştır:
Bir gün Hoca'yı bir düğüne davet etmişler. Davette hiç hürmet görmeyen Hoca, bir köşede kalınca hanesine dönmüş. Hoca, bayramlık kürkünü sırtına alarak düğün evine dönmüş. Bu sefer Hoca'yı kapıda karşılayıp büyük bir hürmetle ikramda bulunmuşlar. Düğün sahipleri buyurun dedikçe Hoca da kürkünün bir ucunu yemek sahanına uzatarak demiş ki:
― Ye kürküm ye!..
Bu hâle hayret eden ev halkı sormuş:
― Ne yapıyorsun Hoca Efendi?
― Biraz evvel üzerimde kürk yoktu. O zaman kimse yüzüme bakmadı. Yani tüm bu hürmet ve ikram kürke imiş. O halde yemeğe de o buyursun, demiş!
Yorgan Gitti, Kavga Bitti
Anlaşmazlık sebebi olan şey ortadan kalktığında anlaşmazlık da sona erer, anlamında kullanılan bir sözdür. Deyim yine Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkmıştır:
Hoca bir gün çarşıya alışverişe gidecektir. Hocanın çarşıya gittiğini duyan çocuklar da bir şeyler istemişler. Yalnız içlerinden biri parasını verip bir düdük istiyorum, demiş. Bunu duyan diğer çocuklar da düdük istemişler. Dönüşte çocuklar Hoca’nın çevresine üşüşmüşler. Hoca ise cebinden tek bir düdük çıkararak para veren çocuğa uzatmış ve "Parayı veren düdüğü çalar!" demiş.
Suyunun Suyu / Tavşanın Suyunun Suyu
İki şey arasındaki ilginin çok uzak olduğunu anlatan bir sözdür. Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkan bir deyimdir:
Günlerden bir gün bir adam, elinde bir tavşan ile gelip Nasreddin Hoca’ya misafir olmuş. Hoca, adamı güzelce ağırlayıp yedirip içirmiş. Aradan beş on gün geçtikten sonra o tavşan getiren adamın hemşehrilerinden beş on adam gelip Hoca’ya misafir olmak istemişler. Hoca’ya selam verip: "Biz, şu geçen gece sana tavşan getiren adamın hemşehrileriyiz. Sana misafir olmaya geldik." Hoca, istemeyerek de olsa bunları da misafir etmiş. Aradan beş on gün daha geçmiş. Yine beş on adam daha gelip Hoca’ya şöyle demişler: "Biz, sana tavşan getiren adamın komşularıyız. Sana misafir olmaya geldik." Hoca bunları da evine alıp misafir etmiş. Akşam olup da yemek vakti gelince Hoca, kocaman bir sahana su doldurup bunların önüne koymuş: "Haydi, ağalar buyurun sofraya." demiş. Adamlar, şaşkınlık içinde Hoca’ya sormuşlar: "Bre Hoca, hiç su yenir mi?" Hoca dayanamayıp cevap vermiş: "Ey misafirler! İşte bu gördüğünüz, o adamın getirdiği tavşanın suyunun suyudur.
Ye Kürküm Ye!
Gösterilen saygının kişiliğe değil de giyim kuşama olduğunu belirtmek için kullanılan bir sözdür. Deyim, Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkmıştır:
Bir gün Hoca'yı bir düğüne davet etmişler. Davette hiç hürmet görmeyen Hoca, bir köşede kalınca hanesine dönmüş. Hoca, bayramlık kürkünü sırtına alarak düğün evine dönmüş. Bu sefer Hoca'yı kapıda karşılayıp büyük bir hürmetle ikramda bulunmuşlar. Düğün sahipleri buyurun dedikçe Hoca da kürkünün bir ucunu yemek sahanına uzatarak demiş ki:
― Ye kürküm ye!..
Bu hâle hayret eden ev halkı sormuş:
― Ne yapıyorsun Hoca Efendi?
― Biraz evvel üzerimde kürk yoktu. O zaman kimse yüzüme bakmadı. Yani tüm bu hürmet ve ikram kürke imiş. O halde yemeğe de o buyursun, demiş!
Yorgan Gitti, Kavga Bitti
Anlaşmazlık sebebi olan şey ortadan kalktığında anlaşmazlık da sona erer, anlamında kullanılan bir sözdür. Deyim yine Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir fıkra ile ortaya çıkmıştır:
Nasreddin Hoca, bir gece evde yatarken dışarıdan bir bağrış çağrış yükselir. İki adam evin önünde kavga etmektedir. Hoca, karısına: "Böyle gece yarısı bu kavga neyin nesidir, varıp göreyim." diyerek sırtına yorganı sarıp dışarı çıkar. İki adam sille tokat birbirine girmiş, kavga ederken Hoca: "Aman efendiler; yapmayın, etmeyin, ayıptır, günahtır." diyerek bunları ayırmaya çalışır. Bu arada kavga eden herifler, Hoca’nın sırtından yorganı alıp kaçarlar. Hoca, kavgayı bastırmanın mutluluğuyla evine dönerken yorganın sırtında olmadığını fark eder. İçeri girdiğinde hatunu, kavganın aslını sual eder. Hoca cevap verir: "Kavga bizim yorgan içinmiş. Yorgan gitti, kavga bitti.
İlgili Sayfa
Deyimler ve Özellikleri
Yararlanılan Kaynaklar
Türkçenin Anlatım Gücünde Deyimlerin Yeri, Zeynep Korkmaz
Nasrettin Hoca'nın Seçeli Fıkralarının Birey, Toplum ve Halk Deyişleri Ekseninde Değerlendirilmesi, Serdar Gürçay
Hikâyât-ı Hoca Nasreddin, Muhammed Kalaycı
Nasreddin Hoca Fıkralarının Atasözleri ve Deyimlerle İlgisi, Abdulkadir Emeksiz
İki Dirhem Bir Çekirdek, İskender Pala
Deyim Araştırmalarına Katkılar, On Deyim Üzerine; Nail Tan
Yararlanılan Kaynaklar
Türkçenin Anlatım Gücünde Deyimlerin Yeri, Zeynep Korkmaz
Nasrettin Hoca'nın Seçeli Fıkralarının Birey, Toplum ve Halk Deyişleri Ekseninde Değerlendirilmesi, Serdar Gürçay
Hikâyât-ı Hoca Nasreddin, Muhammed Kalaycı
Nasreddin Hoca Fıkralarının Atasözleri ve Deyimlerle İlgisi, Abdulkadir Emeksiz
İki Dirhem Bir Çekirdek, İskender Pala
Deyim Araştırmalarına Katkılar, On Deyim Üzerine; Nail Tan
Kahramanmaraş Halk Kültüründe Kalıp Sözler, Ahmet Pırnaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Desteğiniz bizim için önemli. Daha iyi içerikler üretebilmemiz için hem "Takip Et" butonuna tıklayarak hem de yorumlarınızla bize destek olabilirsiniz. Ayrıca sayfaya daha rahat ulaşmak için sayfamızı sık kullanılanlar klasörüne eklemeyi unutmayınız.