Mehmet Akif Ersoy |
Yunanlılar İzmir ve Bursa’dan sonra Kütahya ve Eskişehir'i ele geçirerek Sakarya Vadisi boyunca mevzilenmiş, Ankara'yı tehdit etmeye başlamıştır.
Meclis'in Kayseri’ye hatta daha içeride bir yere taşınması bile konuşulmaya başlanmıştı. İşte İstiklâl Marşı böyle bir dönemde
yazılmıştır.
Akif'in Kastamonu’da bulunduğu günlerde Ankara’da Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) bir millî marş güfte ve beste yarışması açar. 7 Kasım 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesindeki ilanda "Millî Marş’ın, Bakanlıkça kurulan edebî bir heyet tarafından yarışmaya katılan eserler arasından seçileceği; yarışmayı kazanan eserin yazarına 500 lira, bestesi için de 1000 lira para ödülü verileceği” duyrulur.
Yarışmaya 724 şiir katılmış ancak hiçbiri millî marş olmaya layık görülmemiştir. Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey de dahil olmak üzere birçok kişi, Mehmet Akif'in bu yarışmaya neden katılmadığını merak eder. Akif'in yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay'dan aracı olması istenir. Mehmet Akif, yarışmaya konan para ödülünden rahatsız olduğu için yarışmaya katılmamıştır. Hamdullah Suphi Bey bir tezkere yazarak şartları istediği gibi halledebileceklerini belirtir.
Mehmet Akif, istediği şartların oluşması üzerine İstiklâl Marşı'nı yazar. Şiir, Meclis kürsüsünde ilk defa 1 Mart 1921 günü Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından okunur. Çantay o günleri anlatırken; “Mebusların alkışlarından meclisin tavanları sarsılıyordu. Üstat ise mahcubiyetinden, başını kollarının arasına sokmuş, sıranın üstüne yumulmuştu” demekte idi.
Marşın resmen kabulü ise Meclis’in 12 Mart 1921 tarihli oturumunda gerçekleşir. Verilen teklif üzerine Maarif Vekili tarafından bir defa daha meclis kürsüsünden okunur. Marş, bütün üyeler tarafından ayakta büyük bir heyecan içinde dinlenir. Mehmet Akif heyecan ve mahcubiyetinden Mecliste duramamış salondan ayrılmıştır.
İstiklal Marşı
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl.
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın;
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif Ersoy
İlgili Sayfa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Desteğiniz bizim için önemli. Daha iyi içerikler üretebilmemiz için hem "Takip Et" butonuna tıklayarak hem de yorumlarınızla bize destek olabilirsiniz. Ayrıca sayfaya daha rahat ulaşmak için sayfamızı sık kullanılanlar klasörüne eklemeyi unutmayınız.