Dört perdelik eser, yazarın ilk tiyatro eseridir.
Eser, edebiyatımızda sahneye konulan ilk Türk piyesidir (1873).
Oyunun konusu Kırım Savaşı sırasında geçmektedir.
Oyunda Silistre Kalesi’nin kurtarılması için askerin gösterdiği fedakârlık ve kahramanlıklar bir aşk macerası çevresinde anlatılır.
Eserin ilk sahnelenmesinden sonra izleyicilerin heyecana gelmesiyle çıkan olaylar, yazarın tutuklanarak Magosa'ya sürülmesine neden olmuştur.
Kısa Özet
İslam Bey, âşık olduğu Zekiye ile vedalaşarak cepheye gider. Zekiye de erkek kılığına girerek Adem adıyla gönüllüler arasına katılır. Silistre Kalesi Komutanı Sıtkı Bey, çelimsiz bulduğu Adem’i geri göndermek ister ama o kabul etmez. İslam Bey, yaralandığı sırada kendisiyle ilgilenen Zekiye'yi tanır. İslam Bey ve Zekiye büyük bir kahramanlık göstererek düşmanın cephaneliğini havaya uçurur. İslam Bey, Sıdkı Bey'e Adem'in gerçek kimliğini açıklar. Bu arada Zekiye'nin Sıdkı Bey'in kızı olduğu anlaşılır. Oyun iki aşığın evlenmesiyle son bulur.
Geniş Özet
Birinci Perde
Perde açıldığında sokağı gören bir odada Zekiye yalnızdır. Seyir yerinde gördüğü İslâm Bey’e aşık olan genç kız, mindere uzanmış düşünmektedir. Annesini ve kardeşini kaybeden Zekiye, on beş yıldır haber alamadığı babasının da savaşta öldüğünü düşünmektedir. Bu nedenle İslam Bey'e karşı hissettikleri yüzünden hem utanmakta hem de vicdanen rahatsızlık duymaktadır. Ancak her şeye rağmen onu sevmekten kendini alamaz. Hem duyguları da karşılıksız değildir. Süt annesi, sevdiği adamdan bir mektup getirmiştir. Mektuba göre İslam Bey de onu sevmektedir.
Bu arada gizlice pencereden giren İslam Bey ile Zekiye odada karşı karşıya gelir. Genç kız beklemediği bu durum nedeniyle telaşlanır. İslam Bey de yaptığı hareketin doğru olmadığını ancak başka çaresi kalmadığını söyler. Sürekli olarak gitmesi gerektiğinden bahsedip durur. Tek dileği gitmeden önce Zekiye'yi görmektir. İslam Bey'in neden gitmek zorunda olduğunu anlamakta zorlanan Zekiye, genç adama serzenişlerde bulunur. İslam Bey'in büyük bir aşkı daha vardır ki o da vatandır. Tıpkı ecdadı gibi o da savaş varken eli kolu bağlı duracak biri değildir.
Sevdiği adamın vatan savunması için gideceğini anlayan Zekiye ağlayarak da olsa gitmesine razı olur. İslam Bey'in eğer şehit olursam istediğin kişiyi seçebilirsin demesine rağmen Zekiye, İslâm Bey’e bağlı kalacağına dair söz verir.
İslâm Bey, bu sahnede vatanın neden önemli olduğunu, niçin vatan uğrunda mücadele etmekten kaçınmamak gerektiğini uzun uzun anlatır. Sonunda iki âşık zorda olsa vedalaşırlar. Yalnız kalan Zekiye, duygularının karşılıksız olmadığını öğrendiği için mutludur ancak sevdiğini kaybetme korkusu yaşamaktadır.
Bir sonraki sahnede İslâm Bey, gönüllülerle beraber sokaktadır. Onlara Osmanlı olduklarını hatırlatarak onları cesaretlendirecek konuşmalar yapar. Tuna Boyu'na gideceklerini söyleyerek vatan için ölmeye hazır olmalarını ister. Penceresinden konuşmaları dinleyen Zekiye, İslam Bey'in özellikle "Beni seven, hiçbir vakit ardımdan ayrılmaz!" sözünden etkilenir. O zaman ben de sevdiğimden ayrılmam diyen genç kadın, kılık değiştirip İslâm Bey’in arkasından gitmeyi düşünür. Kararını süt annesi Hanife Hanım’a açar. Şaşıran Hanife Hanım onu engellemeye çalışsa da başaramaz.
İkinci Perde
İkinci perdeden itibaren mekân Silistre’dir. Birinci sahnede askerler ve gönüllüler bir aradadır. Erkek kılığındaki Zekiye, kendini Adem olarak tanıtmıştır. Askerlerin içinde söylenen her söze "kıyamet mi kopar?" sözünü ekleyerek karşılık veren Abdullah Çavuş da vardır. Hep birlikte Osmanlı’ya bağlılıklarını bildiren bir marş okurlar.
İkinci sahnede Miralay Sıdkı Bey, düşmanın yaklaştığını hatırlatarak kalede kalmak isteyenlerin bir tarafa ayrılmasını ister. Tüm gönüllüler vatan için mücadeleye ve ölmeye hazır olduklarını belirtir. Sıdkı Bey kurşundan, gülleden başka açlık ve susuzlukla da mücadele edeceklerini belirtir. Hepsi şehit olmayı göze almış kişilerdir. Sıdkı Bey'i asıl düşündüren küçük bir çocuk gibi gördüğü Adem'dir. Sıdkı Bey'in ısrarına rağmen Adem (Zekiye) kaleden ayrılmaz.
Üçüncü sahnede İslâm Bey yaralıdır. Üç saat süren çarpışmada birçok gönüllü şehit olmuştur. Yaralı olmasına rağmen çarpışmayı anlatacak gücü kendisinde bulur. Vatan uğruna ölmediğine hayıflanarak Zekiye'nin kucağına düşüp bayılır. Sıdkı Bey, Abdullah Çavuş'tan İslam Bey'i alıp odasına götürmesini ister. Sarsılan Zekiye ise erkek kılığında olduğunu unutarak İslam Bey'i bırakmak istemez. Sonra da durumu kurtarmak için İslâm Bey’in Manastır’da kendini himaye ettiğini, ona vefa borcu olduğunu söyler.
Dördüncü sahnede Sıdkı Bey ile Rüstem Bey konuşmaktadır. Buradaki konuşmalardan Sıdkı Bey'in Zekiye'nin babası olduğu anlaşılır. Sıdkı Bey bir mektup almıştır. Mektupta kızı Zekiye'nin kaybolduğu yazmaktadır. Sıdkı Bey karısı ve oğlundan sonra kızının da öldüğünü düşünür.
Albay Sıdkı'nın gerçek adı Ahmet’tir. Rüstem Bey, Manastır'da okurken Ahmet adında bir mektep arkadaşı olduğundan ancak on altı yıldır kendisinden haber alamadığından bahseder. Rüstem Bey; ona çok benzediğini, kardeşi olup olmadığını sorar. Açık vermek istemeyen Sıdkı Bey ise kardeşi olmadığını ama sorduğu adamı iyi tanıdığını söyler. Sonra da o zamanlar bir teğmen olan Ahmet'in -yani kendi hikayesini- hikayesini anlatmaya başlar.
Yakın dostu Ali Bey, karısını taciz eden yarbayı öldürmüş, bu nedenle divan-ı harbe verilmiştir. Mahkeme, Ali Bey’in kurşuna dizilerek öldürülmesine karar vermiştir. Onu kurşuna dizecek bölüğün kumandası da Ahmet Bey’e verilmiştir. Bu emri yerine getirmeyen Ahmet'in rütbeleri sökülerek ordudan ihraç edilmiştir. Manastırda evlenen Sıdkı Bey'in (Ahmet'in) üç yaşında bir oğlu, on dört aylık bir kızı olsa da utancından eve dönememiştir. Sonrasında Hicaz’a gitmiş, Sıdkı adıyla yeniden orduya yazılmış ve eski rütbesine kadar çıkmayı başarmıştır. Bir süre sonra da Manastır’daki karısı ve oğlunun ölüm haberlerini almıştır. Sıdkı Bey, aslında gerçeği anlayan Rüstem Bey’den üstü örtülü bir şekilde sırrını açık etmemesini ister. Bir sonraki sahnede düşmanın hücuma geçtiği haberi gelir.
Üçüncü Perde
Zekiye, yaralı İslâm Bey’in başucundadır. Günlerdir kendinde olmayan İslâm Bey, dışarıdan gelen top seslerini duyar. Vatan için ölmeye hazır olduğunu sayıklar. Bir süre sonra tamamen kendine gelir ve Zekiye’yi tanır.
İkinci sahnede bir yarbay; kaleyi savunmanın artık mümkün olmadığını, devletin bu kaleyi gözden çıkardığını söyleyerek kaledekileri teslim olmak için ikna etmeye çalışır. Yarbayın bu çıkışına özellikle İslam Bey sert bir şekilde karşılık verir. Diğerleri de onun gibi düşününce hain olarak görülen yarbay hapsedilir.
Kaleyi ve askerleri kurtarmak için bir çözüm arayan Sıdkı Bey, düşmanın cephaneliğini patlatmayı düşünür. Bunun için yanında bir kişiye daha ihtiyacı vardır. Bu iş için gönüllü olan İslam Bey, Sıdkı Bey'den kalede askerin başında kalmasını isteyince Zekiye gönüllü olur. Sıdkı Bey, kaybettiği oğluna benzettiği bu çocuğa kıyamaz ancak ikisi onu ikna ederler. Düşman ordusuna kılık değiştirilecek girilecektir. Sıdkı Bey, Abdullah Çavuşu da yanlarına katar.
Diğer sahnede ölüme gideceğini düşünen Zekiye yalnızdır. Canından vazgeçenler için ölümün o kadar korkunç bir şey olmadığını düşünür. İslam Bey'le birlikte şehit olacağını düşünerek kendini avutmaya çalışır. Bir sonraki sahnede Zekiye ile İslâm Bey konuşurlar. Bu konuşmayla vatanın mukaddes olduğu düşüncesi bir kez daha vurgulanır. Sonrasında üç gönüllü hazırlıklarını tamamlayıp yola çıkar.
Yakın dostu Ali Bey, karısını taciz eden yarbayı öldürmüş, bu nedenle divan-ı harbe verilmiştir. Mahkeme, Ali Bey’in kurşuna dizilerek öldürülmesine karar vermiştir. Onu kurşuna dizecek bölüğün kumandası da Ahmet Bey’e verilmiştir. Bu emri yerine getirmeyen Ahmet'in rütbeleri sökülerek ordudan ihraç edilmiştir. Manastırda evlenen Sıdkı Bey'in (Ahmet'in) üç yaşında bir oğlu, on dört aylık bir kızı olsa da utancından eve dönememiştir. Sonrasında Hicaz’a gitmiş, Sıdkı adıyla yeniden orduya yazılmış ve eski rütbesine kadar çıkmayı başarmıştır. Bir süre sonra da Manastır’daki karısı ve oğlunun ölüm haberlerini almıştır. Sıdkı Bey, aslında gerçeği anlayan Rüstem Bey’den üstü örtülü bir şekilde sırrını açık etmemesini ister. Bir sonraki sahnede düşmanın hücuma geçtiği haberi gelir.
Üçüncü Perde
Zekiye, yaralı İslâm Bey’in başucundadır. Günlerdir kendinde olmayan İslâm Bey, dışarıdan gelen top seslerini duyar. Vatan için ölmeye hazır olduğunu sayıklar. Bir süre sonra tamamen kendine gelir ve Zekiye’yi tanır.
İkinci sahnede bir yarbay; kaleyi savunmanın artık mümkün olmadığını, devletin bu kaleyi gözden çıkardığını söyleyerek kaledekileri teslim olmak için ikna etmeye çalışır. Yarbayın bu çıkışına özellikle İslam Bey sert bir şekilde karşılık verir. Diğerleri de onun gibi düşününce hain olarak görülen yarbay hapsedilir.
Kaleyi ve askerleri kurtarmak için bir çözüm arayan Sıdkı Bey, düşmanın cephaneliğini patlatmayı düşünür. Bunun için yanında bir kişiye daha ihtiyacı vardır. Bu iş için gönüllü olan İslam Bey, Sıdkı Bey'den kalede askerin başında kalmasını isteyince Zekiye gönüllü olur. Sıdkı Bey, kaybettiği oğluna benzettiği bu çocuğa kıyamaz ancak ikisi onu ikna ederler. Düşman ordusuna kılık değiştirilecek girilecektir. Sıdkı Bey, Abdullah Çavuşu da yanlarına katar.
Diğer sahnede ölüme gideceğini düşünen Zekiye yalnızdır. Canından vazgeçenler için ölümün o kadar korkunç bir şey olmadığını düşünür. İslam Bey'le birlikte şehit olacağını düşünerek kendini avutmaya çalışır. Bir sonraki sahnede Zekiye ile İslâm Bey konuşurlar. Bu konuşmayla vatanın mukaddes olduğu düşüncesi bir kez daha vurgulanır. Sonrasında üç gönüllü hazırlıklarını tamamlayıp yola çıkar.
Dördüncü Perde
Günler geçmiş, gidenlerden haber çıkmamıştır. Sıdkı Bey yok yere üç adamın kanına girdiğini düşünmeye başlar. En çok da rahmetli oğluna benzettiği Adem (Zekiye) için üzülür. Bu arada düşmanın başka bir hedefe doğru ilerlemek için çekildiği haberi gelir. Kaledekiler toplanmakta olan düşmanın ardına düşmek için Sıdkı Bey'den izin alırlar.
Bu arada Abdullah Çavuş görünür. Abdullah Çavuş, Sıdkı Bey'e İslâm Bey ile Adem'in (Zekiye'nin) cesaret ve kahramanlıklarını anlatır. Üçü de yaralanmış ancak görev yerine getirilmiştir. Düşman çekilme hazırlığı yapsa da İslam Bey görevden vazgeçmemiştir. Özellikle İslam Bey ve onu gölge gibi takip eden Adem (Zekiye) düşman cephaneliklerine büyük bir zayiat vermeyi başarmıştır.
Sonraki sahnede İslam Bey ile Sıdkı Bey yalnız kalır. İslam Bey, kendisine "oğlum" diye hitap eden Sıdkı Bey'e Zekiye ile ilgili gerçeği açıklar. Adem'in aslında Manastırlı bir kız olduğunu işiten Sıdkı Bey, Zekiye'nin kendi kızı olduğu anlar. Baba ile kız birbirlerine kavuşur. Zekiye ve İslâm Bey o gece evlenir. Hep birlikte okunan marşın arkasından "Yaşasın Vatan" nidalarıyla oyun biter.
İlgili Sayfa
👉 Tanzimat Dönemi Tiyatro Özetleri
Sonraki sahnede İslam Bey ile Sıdkı Bey yalnız kalır. İslam Bey, kendisine "oğlum" diye hitap eden Sıdkı Bey'e Zekiye ile ilgili gerçeği açıklar. Adem'in aslında Manastırlı bir kız olduğunu işiten Sıdkı Bey, Zekiye'nin kendi kızı olduğu anlar. Baba ile kız birbirlerine kavuşur. Zekiye ve İslâm Bey o gece evlenir. Hep birlikte okunan marşın arkasından "Yaşasın Vatan" nidalarıyla oyun biter.
İlgili Sayfa
👉 Tanzimat Dönemi Tiyatro Özetleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Desteğiniz bizim için önemli. Daha iyi içerikler üretebilmemiz için hem "Takip Et" butonuna tıklayarak hem de yorumlarınızla bize destek olabilirsiniz. Ayrıca sayfaya daha rahat ulaşmak için sayfamızı sık kullanılanlar klasörüne eklemeyi unutmayınız.