Falih Rıfkı Atay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Falih Rıfkı Atay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Falih Rıfkı Atay (1893-1971)

Falih Rıfkı Atay
  • Gazeteci, gezi ve anı yazarı, milletvekili.
  • 1893’te İstanbul’da doğdu. 
  • Mercan İdadisinden mezun olduktan sonra Darülfünun Edebiyat Fakültesine devam etti. 
  • Balkan Savaşları yıllarında Tanin gazetesinde "Edirne Mektupları" başlığıyla gözlemlerini yayımladı.
  • Talat Paşa'nın İçişleri Bakanlığı döneminde Bakanlığın Özel Kaleminde müdür muavini olarak çalıştı (1912-1913).
  • Birinci Dünya Savaşı sırasında 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın yaveri olarak Suriye-Filistin Cephesinde bulundu. Suriye-Filistin ile kutsal topraklardaki anılarını "Zeytindağı", Suriye-Filistin Cephesindeki anı ve gözlemlerini ise "Ateş ve Güneş" adıyla yayımladı.
  • Savaş bittikten sonra bir süre edebiyat öğretmenliği yaptı. 1918’de birkaç arkadaşıyla Akşam gazetesini çıkardı. Gazetede Milli Mücadele'yi destekleyen yazılar kaleme aldı.
  • Mustafa Kemal ile Türk ordusu İzmir'e girdiğinde tanışan yazar, ölümüne kadar Atatürk'ün yakınındaki isimlerden biri olmuştur.
  • 1923-1927 arasında Bolu, 1927–1950 yılları arasında da Ankara milletvekili olarak Meclis'te bulundu.
  • 1934'ten başlayarak iktidarın resmi gazetesi Ulus'ta başyazarlık yaptı. 1947’de başyazarlık görevinden ayrılan Falih Rıfkı, Cumhuriyet gazetesinde "Pazar Sohbetleri" köşesinde yazmaya devam etti.
  • 1952’de Dünya gazetesini çıkaran yazar, daha sonra kitaplaştıracağı "Çankaya" isimli hatıralarını Dünya gazetesinde yayımladı.
  • Bu tarihten sonra ölümüne kadar kendi kurduğu Dünya gazetesini yönetti. 
  • 20 Mart 1971’de İstanbul’da öldü.
Edebi Yaşamı
  • Atatürk devrimlerinin ve Batılılaşmanın önde gelen savunucularından biridir.
  • Türkçeyi en iyi kullanan yazarlarımızdan biridir.
  • Özellikle anı türündeki eserleriyle birçok döneme ışık tutmuştur. 
  • Doğumundan okul yıllarına, savaştığı cephelerden yaptığı inkılaplara, tartışma sofralarından insani yönlerine kadar Atatürk'le ilgili her detayı Çankaya'da anlatır. 
  • Gezi edebiyatına da hem fikir hem de yöntem açısından yenilikler getirmiştir. Bu türdeki yazılarında geniş bir gözlem gücü dikkat çeker. 
  • Atay, dış ülkelerde gördüklerini anlatırken sırası geldikçe Türkiye ile karşılaştırmalar yaparak önemli noktalara değinmiştir. 
Eserleri
  • Anı: Ateş ve Güneş, Zeytindağı, Mustafa Kemal'in Ağzından Mütareke Defteri, Mustafa Kemal'in Ağzından Vahdettin, Çankaya, Batış Yılları, Atatürk Ne idi 
  • Gezi Yazısı: Faşist Roma, Kemalist Tiran, Kaybolmuş Makedonya, Denizaşırı, Yeni Rusya, Moskova-Roma, Bizim Akdeniz, Taymis Kıyıları, Tuna Kıyıları, Hind, Yolcu Defteri, Gezerek Gördüklerim
İlgili Sayfalar
Yararlanılan Kaynaklar
  • TDV İslam Ansiklopedisi, Falih Rıfkı Atay Maddesi
  • Falih Rıfkı Atay, Funda Selçuk Şirin

Mustafa Kemal'in Ağzından Vahdettin

Padişah ile Son Görüşme (s.128-129)

Yıldız Sarayı'nın ufak bir salonunda Vahideddin'le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi'ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı'na doğrulmuş! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarımızı sağa sola çevirmek yeterli idi. Vahideddin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: "Paşa paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti), tarihe geçmiştir.

O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sessiz bir şekilde dinliyordum:"Bunları unutun!" dedi. "Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa devleti kurtarabilirsin!" Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahideddin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahideddin ki yabancı hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahmin ile başka bahislere girişmeyi tehlikeli gördüm. Kendisine basit cevaplar verdim: "Hakkımdaki teveccüh ve itimada teşekkürlerimi arz ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime güvenebilirsiniz." Söylerken, kafamdaki muammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayülllerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil hareket bekleyebilirdim? "Memleketi kurtarmak lazımdır, istersem bunu yapabilirmişim." Kısaca hemen hükmümü verdim. Vahideddin demek istiyordu ki: Hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul'a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri yatıştırırsam, Vahideddin'in arzularını yerine getirmiş olacaktım. "Merak buyurmayın efendimiz!" dedim. "Demek istediklerinizi anladım. Emriniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım." "Muvaffak ol!" hitâb-ı şahânesine mazhar olduktan sonra, huzurundan çıktım.

İlgili Sayfalar

Zeytindağı

Falih Rıfkı Atay, Birinci Dünya Savaşı'na yedek subay olarak katılır. Bir süre sonra 4.Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın emir subayı olarak Kudüs ve Suriye'de bulunur. Yazar, o dönem yaşadıklarını ve gözlemlerini Zeytindağı adlı kitabında anlatır.

Kitaptan alıntılar...

(s.9,10)


"Biz, şimdi kırkına yaklaşanlar, Osmanlı İmparatorluğunun son gençleriyiz. 1914'de üç, beş, yedi yaşında bulunan çocuklar, bugün yeni Türkiye'nin gençleri olmuşlardır ve hatırlarında İmparatorluktan hiçbir iz kalmamıştı. İşte onlara saltanatın Suriye'de, Filistin ve Hicaz'daki son yıllarını anlatmak istiyorum.

(s.42)

Büyük Harpte herhangi bir kimse için: - İttihatçıdır! Hükmü doğru ve pek de yerinde olmazdı. İttihatçı demek, partinin anonim ve silik unsuru demektir. O zamanlar insanın üzerine yapışan damga "adam" sözü idi. Cemal Paşa'nın adamı, Enver Paşa'nın adamı, Talat Paşa'nın adamı... Kendi kendinin adamı kimdi bilmiyorum. Her adamın da kendi adamı vardı. Gruplar büyüdüğü zaman artık Enver Paşa takımı, Talat Paşa'nın takımı, Cemal Paşa'nın takımı demek doğru olurdu.

(s.44)

Filistin ve Hicaz'da:— Türk müsünüz?
Sorusunun birçok defalar cevabı:
— Estağfurullah! idi.
Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık.
Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi.

(s.57)

Kumandanımız (Cemal Paşa) her zaman, trene, ziyafete ve randevuya geç gelmek adetindeydi. Sinemaya da herkesin merakı son haddini bulduğu vakit geldi ve locasında oturdu. Nutuklar, şiirler, kasideler ve hepsi onun için, hepsi övme yarışı...Biri önce Allah, sonra Peygamber, sonra Padişah, sonra siz, diyor, bir başkası önce Allah, sonra Peygamber, sonra siz, diyor; nihayet biri, önce Allah, sonra siz, dedi. Arapça tükendi, yalan tükenmedi. Bir kısmı aynı sözleri beste ile tekrarladılar.

(s.70)

Medine, dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarı idi. Kudüs dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur. Kudüs'te oteller yarı kilisedir, uşakları yarı papazdırlar ve hizmetçiler yarı hemşiredirler. Hepsinin cübbesi, putu ve beyaz başlığı, smokinleri, askıları ve önlükleri ile aynı dolapta durur.


İlgili Sayfalar