Divan Edebiyatı Nesir Yazarları (Özet)

Şiir ağırlıklı olan divan edebiyatında nesre de (düzyazıya) yer verilmiştir. Klasik edebiyatta düz yazıya inşa, yazara ise münşi denir. "Münşeat" terimi de "düz yazılar" anlamında kullanılır.
Nesir Türleri
Sade Nesir: Halk için yazılan sade anlatımlı nesirlerdir. Bu nesirle halka yönelik masal, efsane, öykü, destan, dinî ve tasavvufî konular anlatılır.
Orta Nesir: Tarih ve bilim kitaplarında gördüğümüz nesirdir. Ustalık göstermek amacı güdülmediği halde dili sade nesirden ağırdır. Tevârîh-i Al-i Osman’lar (Osmanlı Tarihi) bu türden eserlerdir.

Demedim mi

Güzel âşık cevrimizi
Çekemezsin demedim mi
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin demedim mi

Öyle Sermestem ki İdrak Etmezem Dünya Nedir

Gazel

Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünya nedir
Ben kimem sakî olan kimdir mey-i sahbâ nedir

Ya Rab Bela-yı Aşk ile Kıl Aşina Beni

Gazel

Yâ Râb belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan kılma cüdâ beni

Eylül Sonu

Günler kısaldı, Kanlıca'nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.

Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...

İçtik bu nadir içkiyi yıllarca kanmadık...
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!

Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılığın ızdırabı zor

Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sahile,
Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile



Açıklama: Şairin gözü Kanlıca'da bir bir geçen sonbaharları hatırlayan ihtiyarlara takılır. Şiire göre İstanbul'un bir semtini sevmek için bile ömrümüz kısadır. Şaire göre ölüm bir kaderdir. Ancak kaçınılmaz sonla eş değer olan şey vatandan ayrılıştır. İşte asıl zor olan budur.

İlgili Sayfalar

Haddeden Geçmiş Nezaket

Gazel

Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şişeden ruhsâr-ı âl olmuş sana

Rubai (Yenişehirli Avni)

Örnek 1

Bu deyr-i fenâdan ki mükedder gittim
Dil-haste vü dil-figâr u muğber gittim
Bu âmed u şudda ihtiyârım yoktur
Mecbur gelip cihâna muztar gittim

Yenişehirli Avni


Günümüz Türkçesi

Bu yok olmaya mahkum dünyadan gittim
Gönlü hasta, gönlü yaralı ve küskün gittim
Gelişim ve gidişim benim elim elimde değildi
Mecbur gelip cihana (bu cihandan) zorla gittim

Örnek 2

İnsanlar ile leccac hayvanlıktır
Terk eyle tekebbürü ki şeytanlıktır
Hâki kadem ol cümle ibâdullaha
Kulluk bu harâbâta sultanlıktır

Yenişehirli Avni

Günümüz Türkçesi

İnsanlarla inatlaşmak hayvanlıktır
Terk eyle kibri ki şeytanlıktır
Basılan toprak ol tüm yaratılanlara
Bu meyhanede kulluk sultanlıktır

İlgili Sayfalar

Divan Şiiri Örnekleri

Rindlerin Akşamı

Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç

Cihana bir daha gelmek hayâl edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince

Ya şevk içinde harab ol ya aşk içinde gönül
Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yahut gül


Sessiz Gemi

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.


Sözcükler

demir almak: yola çıkmak, gitmeye hazırlanmak (mec.)
meçhul: bilinmeyen
biçare: çaresiz
hicran: bir yerden ya da bir kimseden ayrılma, ayrılık
matem: yas
nafile: boşuna, boş yere, yararsız

Notlar:

Şiirde "yaygın istiare" kullanılmıştır. Yaygın istiare, İstiarenin şiirin tamamına yayılmış olan biçimidir. Yaygın istiare benzetmenin temel ögelerinden (benzeyen, kendisine benzetilen) birisi ile ve birden çok benzerlik sıralanarak yapılır. Şiirde "ölüm" sözcüğü hiç geçmemiş, bunun yerine ölümü hatırlatan sözcüklerden yararlanılmıştır. Şiirde "Sessiz Gemi" ile kastedilen ruhun gidişidir. Şiirin tamamında "ruh" bir gemiye, "ölüm" de seyahate benzetilmektedir.
Vezin: mef û lü / me fâ î lü / me fâ î lü / fe û lün
Kafiye: Mesnevi tipi uyak (aa, bb, cc, dd, ee, ff)

Yalancı Dünyaya Konup Göçenler

Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler ne bir haber verirler

Kiminin üstünde sararır otlar
Kiminin başında sıra serviler
Kimi masum kimi güzel yiğitler
Ne söylerler ne bir haber verirler

Toprağa gark olmuş nazik tenleri
Söylemeden kalmış tatlı dilleri
Gelin duadan unutman bunları
Ne söylerler ne bir haber verirler

Yunus der ki gör takdirin işleri
Dökülmüştür kirpikleri kaşları
Başları ucunda hece taşları
Ne söylerler ne bir haber verirler

Yunus Emre

gark olmak: boğulmak, batmak, bir şeyin içinde kaybolmak


İlgili Sayfa

👉 Halk Şiiri Örnek Metinler

Süleymaniye'de Bayram Sabahı

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garip âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.

Ordu-milletlerin en çok dövüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kutsi tepeyi;
Taşımış harcını gazileri, serdariyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimariyle.
Hür ve engin vatanın hem gece hem gündüzüne,
Uhrevi bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Ta ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları...
Bir neferdir bu zafer mabedinin mimarı.

Ulu mabet! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyada görüp özlediğim
Cetlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan tekbiri
Ne kadar saf idi siması bu mümin neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.

Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı? Hisardan mı? Kavaklardan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Beyazid'den, Van'dan,
Aynı top sesleri bir bir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova’dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul’dan..
Anıyor her biri bir vakayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus’ tan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?

Ulu mabette karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Tanrı'ya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.


Yahya Kemal Beyatlı

Açıklama: Klasik Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan Süleymaniye Camisi, Osmanlının en muhteşem eserlerinden biridir. Cami, 1551-1558 yılları arasında Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilmiştir. Şairin amacı bu mekândan yola çıkarak okuyucusuna Osmanlının bir zamanlar üç kıtaya yayılan hükümranlığını aktarmaktır.

Sözcükler

mehabet: büyüklük, yücelik, ululuk
sükûnet: durgunluk, dinginlik, sessizlik
mabet: tapınak
kutsi: kutsal
serdar: başkomutan
uhrevi: ahiretle ilgili
ezeli: öncesiz
rahmet: bağışlama, merhamet etme
vâris: mirasçı
mağrur: gururlu
hendese: geometri
abide: anıt
kubbe: yarım küre biçiminde olan ve yapıyı örten dam
cumhur: halk, topluluk
cet: ata
mağfiret: bağışlama
tekbir: Allahuekber sözü ile başlayan dua.
velvele: gürültü ve heyecan
tuğ: hükümranlık sembolü, sancağın tepesine takılan ay kuyruğu
esvap: giysi
vecd (vect): sevgi ve heyecandan doğan coşkunluk
nefer: er
bani: kurucu
ulvi: yüce
merhale: basamak, derece, aşama
pâre: tane, adet
seher: sabahın güneş doğmadan önceki zamanı
ervah: ruhlar

Bir Gün Mutlaka

Bugün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telaş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel, düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
Sevgilim on sekizinde bir kız, yürüyoruz bulvarda, sandviç yiyoruz, dünyadan konuşuyoruz
Çiçekler açıyor durmadan, savaşlar oluyor, her şey nasıl bitebilir bir bombayla, nasıl kazanabilir o kirli adamlar
Uzun uzun düşünüyor, sularla yıkıyorum yüzümü, temiz bir gömlek giyiyorum
Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu hân–ı yağma
Ama yorgunum şimdi, çok sigara içiyorum, sırtımda kirli bir pardesü
Kalorifer dumanları çıkıyor göğe, cebimde Vietnamca şiir kitapları
Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor orda
Köprülerden geçiyorum, karanlık yağmurlu bir gün, yürüyorum istasyona
Bu evler hüzünlendiriyor beni, bu derme çatma dünya
İnsanlar, motor sesleri, sis, akıp giden su
Ne yapsam... ne yapsam... her yerde bir hüzün tortusu
Alnımı soğuk bir demire dayıyorum, o eski günler geliyor aklıma
Ben de çocuktum, sevgilerim olacaktı elbette
Sinema dönüşlerini düşünüyorum, annemi, her şey nasıl ölebilir, nasıl unutulur insan
Ey gök! senin altında sessizce yatardım, ey pırıl pırıl tarlalar
Ne yapsam... ne yapsam... Dekart okuyorum sonradan...
Sakallarım uzuyor, ben bu kızı seviyorum, ufak bir yürüyüş Çankaya’ya
Bir pazar, güneşi bir pazar, nasıl coşuyor yüreğim, nasıl karışıyorum insanlara
Bir çocuk bakıyor pencereden hülyalı kocaman gözlü nefis bir çocuk
Lermontov’un çocukluk fotoğraflarına benzeyen kardeşi bakıyor sonra
Ben şiir yazıyorum daktiloda, gazeteleri merak ediyorum, kuş sesleri geliyor kulağıma
Ben mütevazı bir şairim, sevgilim, her şey coşkulandırıyor beni
Sanki ağlayacak ne var bakarken bir halk adamına
Bakıyorum adamın kulaklarına, boynuna, gözlerine, kaşlarına, yüzünün oynamasına
Ey halk diyorum, ey çocuk, derken bende bir ağlama
İlençliyorum bütün bireyci şairleri, hale gidiyorum portakal almaya
İlençliyorum o laf kalabalıklarını, kurumuş yürekleri, bireyin kurtuluşunu Fan
İlençliyorum o kitap kurtlarını, bağışlıyorum sonradan
Uzun kış gecelerinden sonra kim bilir nasıl olur her şey
Uzun kış gecelerinden sonra, masallarda anlatılan
Durup durup bunları düşünüyorum, bir sevinci bir hüzün izliyor arkadan
Yüreğim ipe sapa gelmez bir bahar göğü, Türkçe bir yürek kısaca
Beklemek usandırıyor, telaşlı telaşlı bir şeyler anlatıyorum sağda solda
Bir otobüse biniyorum, inceliyorum bir böceği tutarak kanatlarından merakla
Yürürdüm eskiden baharda, o yıkıntıların ve çayırların olduğu alanlara
Aklıma şiiri gelirdi o yaşlı Amerikalının, sonbaharı anlatan şiiri
Çayırlar vardı o şiirde, baharı anımsatan ne de olsa
Böylece yeniden hazırlanıyorum bir coşkuya, yeniden sokaklara fırlamaya
Kendimi atmak bir uçurumdan balıklama
Büyük ve mavi bir şey izlenimi var bende, gördüğüm filmlerden mi ne
Bir şapka, telaşlı bir gök, sıcak yapay bir dünya
Anlat anlat bitmiyor, bitmiyor bendeki daüssıla
Bütün sevgilerimi harcayabilirim bir çırpıda, yağmurlu o yollar geliyor aklıma
Benzin kokuları, ıslak direkler, babamın esmer bir somun gibi tombul ve sıcak elleri
Uyurdum. Bir de bakmışsın yeni bir film sinemada, şehirde yeni bir kız, kahvede yeni bir garson
O üzgün ve sabahlıklı dururdu balkonda...
Şimdi ne var hüzünlenecek burda, nedir bu çatlatan yüreğimi bu telaş
Sanki yarın ölecek gibiyim, birazdan polisler gelecek ya da
Gelip alacaklar kitaplarımı, daktilomu, bu şiiri, sevgilimin fotoğrafını duvarda
Soracaklar babanın adı ne, nerde doğdun, teşrif eder misiniz karakola
Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor Vietnam’da
Ağlayarak bir yürek resmi çiziyorum havaya
Uyanıyorum ağlayarak, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey ithalatçılar, ihracatçılar, ey şeyhülislam!
Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bunu söyleyeceğiz bin defa!
Sonra bin defa daha, sonra bin defa daha, çoğaltacağız marşlarla
Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda
Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla
Yürüyeceğiz çoğala çoğala...

1965



Notlar

Dekart (Descartes): Fransız filozof (17.yy.)
hân-ı yağma: "yağma sofrası" anlamında bir tamlama, Tevfik Fikret'in aynı adlı şiiri (Şiirin günümüz Türkçesi için tıklayınız.)
Lermontov (öl.1841): Rus yazar ve şair
ilenç: beddua


İlgili Sayfalar

👉 Yıkılma Sakın

Bir Başka Tepeden

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtına kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan



Sözcükler

aziz: sevgide üstün tutulan
revnak: parlaklık, güzellik, tazelik, süs.
efsun: sihir, büyü.
efsunlu: büyülü.

Açıklama: Bir İstanbul hayranı olan sanatçı, eserlerinde İstanbul’a duyduğu sevgi ve hayranlığı birçok kez dile getirmiştir. İstanbul’u adım adım gezip dolaşan şair, hayranlık dolu izlenimlerini hem Aziz İstanbul adlı nesir kitabında hem de şiirlerinde anlatmıştır. Geçmişin gizemli izlerini taşıyan bu şehir, her tepeden ayrı bir güzelliktedir. Bir semtine bir ömür vermeye hazır olan şair, dünyada birçok güzel şehir olsa da hiçbirinin onun kadar büyülü bir güzelliğe sahip olmadığını düşünür.

Açık Deniz

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum; 
Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.
Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları, hülyam içinde lâl,
Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,
Duydum, akıncı cetlerimin ihtirasını,
Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu,
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...
Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,
Rüyama girdi her gece bir fatihane zan.
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular,
Mahzun hudutların ötesinden akan sular,
Gönlümde hep o zanla beraber çağıldadı,
Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!
Bir gün dedim ki "istemem artık ne yer ne yâr!"
Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar;
Gittim o son diyara ki serhaddidir yerin,
Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!


Garbın ucunda, son kıyıdan en gürültülü
Bir med zamanı, gökyüzü kurşunla örtülü,
Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;
Gördüm güzel vücudunu zümrütleyen deri
Keskin bir ürperişle kımıldandı anbean;
Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.
Sonsuz ufuktan ah o ne coşkun gelişti o!
Birden nasıl toparlanarak kükremişti o!
Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara,
Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara!
Yalnız o kalmış ortada, asi ve bağrı hûn,
Bin mağara ağzı açmış, ulurken uzun uzun,
Sezdim bir aşina gibi, heybetli hüznünü!


Ruhunla karşı karşıya kaldım o med günü,
Şekvanı dinledim, ezelî muztarip deniz!
Duydum ki ruhumuzla bu gurbette sendeniz.
Dindirmez anladım bunu hiçbir güzel kıyı;
Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.


Yahya Kemal Beyatlı

Açıklama: Osmanlının son zamanlarına şahitlik eden şairin şiirine başlık olarak seçtiği "Açık Deniz" ecdadımızın tarih içinde hudutları aşmaya duyduğu tutkunun bir ifadesidir. Şiir ise sınırların ötesinde kalan vatan topraklarının dinmeyen feryadıdır. Ecdadın üç kıta üzerinde fethettiği toprakların birer birer elden çıkması şairi derin bir hüzne düşürmüştür. 
Şiirde geçen İngiliz şairi Byron (1788–1824), İngiltere tarihinin en ihtişamlı devresinde yaşamasına rağmen, Ortaçağ Cermenliğine derinden bir özleyiş duyarak şiirlerinde bunu dile getirmiştir. Bu şiirde Yahya Kemal de benzer bir özlemi dile getirmiştir.
Beyitler halinde düzenlenen şiir; "aa, bb, cc, dd..." gibi mesnevi tip uyak örgüsüne sahiptir.
Şiirin vezni: mef û lü / fâ i lâ tü / me fâ î lü / fâ i lün

Sözcükler

lahza: an
Byron (Lord Byron): İngiliz şair
bedbaht: mutsuz, talihsiz
melal: üzüntü, hüzün, dert
hülya: tatlı düş, hayal
lâl: dili tutulmuş
Rakofça: Üsküp'te bir yer
cet: ata
ihtiras: aşırı, güçlü istek, tutku
şimal: kuzey
fatihane: fatih gibi, fatihe benzercesine
hicret: göç
bakıyye (bakiye): arta kalan, geri kalan şey
hicran: ayrılık, ayrılığın neden olduğu acı
mahzun: üzgün
serhat (serhad): sınır boyu
garp: batı
med (met): kabarma
anbean: her an, ara sıra
hûn (hun): kan
aşina: tanıdık, bilinen
şekvan: yakınma, şikayet
ezeli: öncesi olmayan
muztarip (muzdarip): acı çeken

Gazel

Lâle-hadler yine gülşende neler etmediler
Servi yürütmediler goncayı söyletmediler

Taşradan geldi çemen mülkine bigâne dürür
Devr- i gül sohbetine lâleyi iletmediler

Âdeti hûblarun cevr ü cefâdur amma
Bana etdüklerini kimselere etmediler

Hamdü lillâh mey-i canbahş ile sâkilerimüz
Âb-ı hayvan ile Kevser suyın istetmediler

Hele ol kaşları ya okları peykânlarını
Sineden çekmediler yüreği oynatmadılar

Bin güzeller bulınur Yûsuf'a mânend amma
Bu kadar var ki bular kendülerin satmadılar

Ey Necâtî yürü sabreyle elünden ne gelür
Hûblar cevr ü cefâyı kime öğretmediler

Necati Bey

Günümüz Türkçesi

1. Lale yanaklılar, gül bahçesinde yine neler etmediler neler!.. (Öyle ki) serviyi salındırmadılar, goncayı söyletmediler (yani servi ile gonca, lale yanaklıların güzelliği karşısında kıskançlıktan donakaldılar).

2. (O güzeller) taşradan geldiği için çemen ülkesinin âdetlerine yabancıdır diye gül devrinin sohbet meclisine laleyi yaklaştırmadılar.

3. Güzellerin âdeti, âşıklarına cevr ü cefa eylemektir, biliriz. Ama (gelin görün ki) bana ettiklerini kimseciklere etmediler.

4. Allah'a şükür, sâkilerimiz, can bağışlayan içkiler sunmakla abıhayat ile Kevser suyunu aratmadılar.

5. Hele o yay kaşlarıyla attıkları gamze oklarının ucundaki peykanları (saplandıkları) bağrımızdan çekip de yüreğimizi (yerinden) oynatmadılar (okların ucundaki o demirler, çok şükür, gönlümüze saplanmış olarak sevgiliden bize bir hatıra kaldı).

6. Güzellikte Hz.Yusuf'a benzer binlercesi bulunur. Şu kadarı var ki bunlar (âşıklardan hiçbirine) kendilerini satmadılar.

7. Ey Necati! Yürü sabr eyle. Yoksa elinden başka ne gelir? (Üstelik) bu güzeller, cevr ü cefayı kimlere öğretmediler ki?!


İlgili Sayfalar

Divan Şiiri Örnekleri

Nefes

Muhammed Ali'nin kıldığı dava
Yok meydanı değil var meydanıdır
Muhammed kırklara niyaz eyledi
Ar meydanı değil kâr meydanıdır

Kırklar özün bir araya koydular
Anlar cenazesin susuz yudular
Deve gördün mü biz görmedik dediler
Ört elin eteğin sır meydanıdır.

Gezdiğin yerlerde ara bulasın
Vardığın yerlerde makbul olasın
Sakla pir sırrını settâr olasın
Çek çevir kendin sır meydanıdır

Kurban olayım bu erkânı kurana
Yuf çekerler bu meydanda yalana
Üç yüz altmış altı ayak nerdibana
Kör meydanı değil gör meydanıdır

Abdal Musa Sultan gerçek er isen
Ali’yi sevenin muhib yârıysan
Hak mahbubunun talebkârısıysan
Urgan tak boynuna dâr meydanıdır


Sözcükler

kırklar: kırk kutlu kişi
niyaz: yalvarma, yakarma
niyaz eylemek: yalvarmak
ar: utanç
kâr: yarar, fayda
anlar: onlar
yumak: yıkamak
yudular: yıkadılar
deveyi gördün mü biz görmedik dediler: Başa dert olacak bir konudan uzak durmak için söylenen bir söz, ne kadar büyük olursa olsun ondan habersiz olmak vurgulanır: Deveyi gördün mü? Köçeğini bile görmedim. / Ne bilirim ne gördüm; deveyi yeden ölsün.
makbul: beğenilen, hoş karşılanan
pir: tarikat kurucusu
settâr: ayıp ve kusurları örten.
erkân: yol, yöntem
nerdiban (nerdüban): merdiven
muhib (muhip): dost
yâr: sevgili, yardımcı
mahbub (mahbup): sevilmiş, sevilen
talebkâr (talepkâr): istekli
urgan: ince halat
dar meydanı: Bektaşi-Alevi geleneğinde hesap verilen yer

İlgili Sayfa

Merdiven

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…

Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisan-ı hafîdir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Ahmet Haşim

Bilinmeyen Sözcükler

arz: yer
muttasıl: sürekli
lisân-ı hafî: gizli dil

Şiire Dair Bir Anekdot

Mina Urgan anlatıyor...

Haşim, benim edebiyat alanında iyi yetişmeme özen gösterirdi. Örneğin Türk edebiyatı öğretmenimiz Faruk Nafiz Çamlıbel’in, Merdiven şiirinin yaşamı simgelediğini ileri sürdüğünü ona aktarınca, Haşim, rezalet! Bu adam, alegoriyle sembolü birbirine karıştırıyor! diyerek öfkelendi. Alegorinin bir tek şeyi, oysa sembolün birçok şeyi birden temsil ettiğini ondan öğrendim. Şiirinin yaşamı simgelediği gibi aşkı, ölümü, idealizmi ve daha başka kavramları da simgeleyebileceğini anlattı: İsteğim üzerine, bana bu konuda iki sayfalık bir metin dikte etti. Ben de o metni sınıfta yüksek sesle okuyunca zavallı Faruk Nafiz biraz bozulur gibi oldu. (Bir Dinozorun Anıları)

İlim İlim Bilmektir

İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır

Okumaktan mana ne kişi Hakk'ı bilmektir
Çün okudun bilmedin ha bir kuru emektir

Okudum bildim deme çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen abes yere yelmektir

Dört kitabın manası bellidir bir elifte
Sen elif dersin hoca manası ne demektir

Yunus Emre der hoca gerekse var bin hacca
Hepisinden iyice bir gönüle girmektir

Yunus Emre


Sözcükler

abes: boş, değersiz
tâat: ibadet
yelmek: koşmak, ardından gitmek

İlgili Sayfa

👉 Halk Şiiri Örnek Metinler

Kanuni Mersiyesi

Mersiye-i Sultân Süleymân Hân

I.Bent

Ey pây-bend-i dâmgeh-i kayd-ı nâm u neng
Tâ key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng


Ey şana ve üne düşkünlüğün tuzağına ayaklarından bağlanmış olan! Fani dünyanın işlerine olan bu sevgin ne zamana kadar (sürecek)?

An ol güni ki âhir olup nev-bahâr-ı ömr
Berg-i hazâne dönse gerek rûy-ı lâle-reng

Yaşamın ilkbaharının bittiği günü an, o gün lale renkli yanağın sonbahar yaprağına döner.

Âhir mekânun olsa gerek cür'a gibi hâk
Devrân elinden irse gerek câm-ı ayşa seng

Son mekanın yudum gibi toprak olacaktır, eğlence kadehine feleğin elinden taş erecektir.  

İnsân odur ki âyîneveş kalbi sâf ola
Sînende n’eyler âdem iseñ kîne-i peleng

İnsan odur ki ayna gibi kalbi saf olur; eğer insansan kalbinde kaplan kininin ne işi var? 

İbret gözinde niceye dek gaflet uyhusı
Yitmez mi sana vâkıa-i Şâh-ı şîr-ceng

İbret alması gereken gözünde gaflet uykusu ne zamana dek sürecek! Savaş aslanı şahın durumu sana yetmez mi? 

Ol şeh-süvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
Cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng

O mutluluk ülkesinin usta binicisi ki atına, gezinti zamanında yeryüzü dar gelirdi. 

Baş egdi âb-ı tîgina küffâr-ı Üngürûs
Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng

Kılıcının suyuna Macar kâfirleri baş eğdi, Avrupa kılıcının cevherini beğendi. 

Yüz yire kodı lutf ile gül-berg-i ter gibi
Sandûka saldı hâzin-i devrân güher gibi

Yüzünü, taze gül yaprağını koyar gibi lütufla yere koydu; zamanın hazinecisi de elmas saklar gibi sandukasını üzerine örttü. 

II.Bent

Hakkâ ki zîb ü zînet-i ikbâl ü câh idi
Şâh-ı Sikender-efser ü Dârâ-sipâh idi

Doğrusu baht ve rütbenin süsü idi, İskender taçlı ve Dara askerli şah idi. 

Gerdûn ayagı tozına eylerdi ser-fürû
Dünyâya hâk-i bârgehi secdegâh idi

Felek ayağının tozuna baş eğerdi, divanının tozu dünyaya secdegâh idi. 

Kemter gedâyı az atâsı kılurdı bay
Bir lutfı çok mürüvveti çok pâdişâh idi

Fakir kulu az ihsanı bay kılardı; bir lütfu ve cömertliği çok padişahtı. 

Hâk-i cenâb-ı hazreti dergâh-ı devleti
Fazl u belâgat ehline ümmîdgâh idi

Padişahın huzuru ve devletinin kapısı fazilet ve belagat sahiplerinin ümit kapısıydı. 

Hükm-i kazâya virdi rızâyı egerçi kim
Şâh-ı kazâ-tevân u kader-destgâh idi

Gerçi kazaya karşı güçlü ve kaderi elinde tutan padişah idi, ama Allah’ın verdiği hükme rıza gösterdi. 

Gerdûn-ı dûna zâr u zebûn oldı sanmanuz
Maksûdı terk-i câh ile kurb-i İlâh idi

Alçak feleğe karşı zayıf ve aciz düştü sanmayın, amacı mevkisini terk ederek Allah’a yaklaşmaktı. 

Cân u cihânı gözlerümüz görmese n’ola
Rûşen cemâli âleme hûrşîd ü mâh idi

Artık gözlerimiz canı ve cihanı görmese, buna şaşılmaz; çünkü onun aydınlık yüzü dünya için ay ve güneş gibi idi.

Hûrşîde baksa gözleri halkun tola gelür
Zîrâ görince hâtıra ol meh-likâ gelür

Güneşe baksa halkın gözleri dolar, çünkü güneşi görünce hatırlarına o ay yüzlü (Kanunî) gelir. 

III.Bent

Döksün sehâb kaddin añup katre katre kan
İtsün nihâl-i nârveni nahl-i ergavân

Bulut boyunu eğip damla damla kan döksün ve karaağaç fidanını erguvan nahline döndürsün. 

Bu acılarla çeşm-i nücüm olsun eşk-bâr
Âfâkı tutsun âteş-i dilden çıkan duhân

Bu acılarla, yıldızlara benzeyen gözlerim çok yaş döksün, gönlümün ateşinden çıkan duman ufukları sarsın.

Kılsun kebûd câmelerin âsmân siyâh
Geysün libâs-ı mâtem-i Şâhı bütün cihân

Gökyüzü mavi elbiselerini siyahla değiştirsin, bütün dünya Şah’ın mateminin elbisesini giysin.

Yaksun derûn-ı sîne-i ins ü perîde dâg
Nâr-ı firâk-ı Şâh Süleymân-ı kâm-rân

Mutlu Süleyman Şah’ın ayrılığının ateşi insanların ve perilerin kalplerinin derinliklerinde yanık yaraları açsın. 

Kıldı fırâz-ı küngüre-i arşı cilvegâh
Lâyık degüldi şânına hakkâ bu hâkdân

Arşın kubbesinin tepesinin üzerini gezinti yeri kıldı; doğrusu bu dünya şanına layık değildi. 

Mürg-i revânı göklere irdi hümâ gibi
Kaldı hazîz-i hâkde bir iki üstühân

Uçan kuşu hüma gibi göklere erdi, yerin en aşağısında bir iki kemik kaldı.

Çâpük-süvâr-ı arsa-i kevn ü mekân idi
İkbâl ü ‘ izzet olmış idi yâr ü hem-inân

Varoluş arsasının hızlı süvarisi idi; baht ve yücelik atbaşı birlikte gittiği dostları olmuştu. 

Ser-keşlik itdi tevsen-i baht-ı sitîzekâr
Düşdi zemîne sâye-i eltâf-ı Kirdgâr

Kavgacı bahtın dikbaşlı atı itaatsizlik etti, Allah’ın lütuflarının gölgesi (Kanunî) yere düştü. 

IV.Bent

Olsun gamunda bencileyin zâr u bî-karâr
Âfâkı gezsün aglayurak ebr-i nev-bahâr

İlkbahar bulutu gamın yüzünden benim gibi gözü yaşlı ve kararsız olsun; ağlayarak ufukları gezsin. 


Tutsun cihânı nâle-i mürgân subh-dem
Güller yolınsun âh u figân eylesün hezâr

Dünyayı kuşların seher vaktindeki ağlamaları doldursun; güller yolunsun, bülbüller ah edip inlesin. 

Sünbüllerini mâtem idüp çözsün aglasun
Dâmâne döksün eşk-i firâvânı kûhsâr

Dağ, sümbüllerini matem edip çözsün, ağlasın ve eteğine bol bol gözyaşı döksün. 

Andukça bûy-ı hulkunı derdünle lâleveş
Olsun derûn-ı nâfe-i müşg-i Tatar târ

Tatar miskinin göbeğinin iç kısmı, yaradılıştan gelen kokunu andıkça lale gibi karanlık olsun. 

Gül hasretünle yollara tutsun kulagını
Nergis gibi kıyâmete dek çeksün intizâr

Gül hasretinle yollara kulağını tutsun; nergis gibi kıyamete dek beklesin. 

Deryâlar itse âlemi çeşm-i güher-feşân
Gelmez vücûda sencileyin dürr-i şâhvâr

Kanlı yaş döken göz, alemi derya etse bile senin gibi büyük bir inci oluşmaz. 

Ey dil bu demde sensin olan baña hem-nefes
Gel nây gibi iñleyelüm bârî zâr zâr

Ey gönül bana bu zamanda dost olan sensin, gel bari ney gibi acıyla inleyelim

Âheng-i âh u nâleleri idelüm bülend
Eshâb-ı derdi cûşa getürsün bu heft bend

Ah ve ağlama cümbüşünü artıralım; dert sahiplerini bu yedi bent coştursun. 

V.Bent

Gün togdı şâh-ı âlem uyanmaz mı hâbdan
Kılmaz mı cilve hayme-i gerdûn-cenâbdan

Gün doğdu alemin şahı uyanmaz mı uykudan? Felek kadar yüksek eşiği olan çadırından çıkmaz mı? 

Yollarda kaldı gözlerümüz gelmedi haber
Hâk-i cenâb-ı südde-i devlet-meâbdan

Gözlerimiz yollarda kaldı, o şerefli padişahın yüce eşiğinin tozundan haber gelmedi. 

Reng-i izârı gitdi yatur kendü huşk-leb
Şol gül gibi ki ayru düşüpdür gül-âbdan

Yanağının rengi gitti, kendisi de dudakları kurumuş olarak yatar; gülsuyundan ayrı düşen gül gibidir. 

Gâhî hicâb-ı ebre girür husrevâ felek
Yâd eyledükçe lutfuñı terler hicâbdan

Ey padişah! Kimi zaman felek, bulut örtüsüne girer ve lütuflarını andıkça utancından terler. 

Tıfl-ı sirişki yirlere girsün duâm odur
Her kim gamundan aglamaya şeyh u şâbdan

Duam odur ki yaşlılardan ve gençlerden her kim üzüntüsünden ağlamazsa gözyaşı çocuğu toprağa girsin.

Yansun yakılsun âteş-i hecrüñle âfitâb
Derdünle kara çullara girsün sehâbdan

Güneş ayrılığının ateşiyle yansın yakılsın, derdinle buluttan kara çullara girsin. 

Yâd eylesün hünerlerüni kanlar aglasun
Tîgun boyınca karaya batsun kırâbdan

Kılıcın hünerlerini anıp kanlar ağlasın, kınından boyunca karaya batsın. 

Derd ü gamunla çâk-i girîbân idüp kalem
Pîrâhenini pârelesün gussadan alem

Kalem dert ve üzüntünle yakasını yırtsın, bayrak üzüntüsünden gömleğini parçalasın. 

VI.Bent

Tîgun içürdi düşmene zahm-ı zebânları
Bahs itmez oldı kimse kesildi lisânları

Kılıcın düşmana dil yaraları içirdi, dilleri kesildi, kimse konuşmaz oldu. 

Gördi nihâl-i serv-i ser-efrâz-ı nîzeni
Ser-keşlik adın anmadı bir dahı bânları

Servi fidanı gibi baş kaldıran mızrağını gördüler; banlar dik başlılığın adını bir daha anmaz oldular. 

Her kanda bassa pây-ı semendüñ nisâr içün
Hânlar yolunda cümle revân itdi cânları

Atın ayağını nereye bassa, hanlar yoluna saçmak için canları (askerleri) yürüttüler. 

Deşt-i fenâda mürg-i hevâ turmayup konar
Tîguñ Hudâ yolında sebîl itdi kanları

Yokluk çölünde heves kuşu durmayıp döner; kılıcın Allah yolunda kanları sebil etti. 

Şemşîr gibi rûy-ı zemîne taraf taraf
Salduñ demür kuşaklu cihân pehlevânları

Demir kuşaklı cihan pehlivanlarını yeryüzünü her tarafına kılıç gibi saldın. 

Aldun hezâr bütkedeyi mescid eyledün
Nâkûs yirlerinde okutdun ezânları

Bin kiliseyi alıp mescit eyledin, çan çalınan yerlerinde ezan okuttun. 

Âhir çalındı kûs-ı rahîl itdün irtihâl
Evvel konagun oldı cinân bûstânları

Sonunda göç davulu çaldı, göç ettin. İlk konağın cennet bahçeleri oldu. 

Minnet Hudâya iki cihânda kılup saîd
Nâm-ı şerîfün eyledi hem gâzî hem şehîd

Allah’a şükür ki seni iki cihanda mutlu kılıp şerefli adını hem gazi, hem şehid eyledi. 

VII.Bent

Bâkî cemâl-i Pâdişeh-i dil-pezîri gör
Mir’ât-i sun’ -ı Hazret-i Hayy-i Kadîri gör

Bakî sevimli padişahın güzelliğini gör; Hazreti Allah’ın yarattığı o aynayı gör. 

Pîr-i Azîz-i Mısr-ı vücûd itdi intikâl
Mîr-i cevân-ı çâpük-i Yûsuf-nazîri gör

Vücut ülkesinin yaşlı azizi (hükümdarı) öldü; genç ve çabuk hükümdarın Yusuf gibi mükemmelliğini gör. 

Gün togdı şimdi gâyete irdi sepîde-dem
Ruhsâr-ı hûb-ı husrev-i rûşen-zamîri gör

Şimdi sabahın erken saatinde güneş doğdu; aydınlık yürekli padişahın yüzünün güzelliğini gör. 

Behrâm-ı vakti gûra yitürdi bu saydgâh
Var işigine hidmet-i Şâh Erdşîri gör

Zamanın Behrâm’ını bu av yeri mezara götürdü. Sen Şah Erdşîr’in eşiğine varıp onun hizmetini gör. 

Ber-bâd kıldı taht-ı Süleymânı rûzgâr
Sultân Selîm Hân-ı Sikender-serîri gör

Zaman Süleyman’ın tahtını darmadağın etti, İskender tahtlı Sultan Selim Han’ı gör. 

Vardı peleng-i küh-ı vegâ hâb-ı râhate
Kühsâr-ı kibriyâda turan nerre şîri gör

Savaş dağının kaplanı rahat uykusuna vardı; ihtişam dağında duran erkek aslanı gör. 

Cevlâne gitdi ravzaya tâvûs-ı bâg-ı kuds
Ferr-i hümây-ı evc-i sa’ âdet-mesîri gör

Cennet bağının tavusu bahçeye dolaşmaya gitti; saadet ülkesinin doruğunda uçan hümayı gör. 

İkbâl ü baht-ı husrev-i âfâk müstedâm
Rûh-ı revân-ı şâha Tahiyyât ve’s-selâm

Ufukların padişahının talihi devamlı olsun; eski padişahın uçan ruhuna dua ve selam olsun. 

Not: Eserini başlangıçta 7 bent olarak yazan Bakî, II. Selim’den beklediği iltifatı
göremeyince eserine bir bent daha ekleyerek mersiyesini Sokullu Mehmet Paşa’ya sunmuştur. Bu bent sayfamızdaki çalışmaya alınmamıştır.

İlgili Sayfalar

Divan Şiiri Örnekleri

Yararlanılan Kaynaklar

Kanunî Sultan Süleyman Han İçin Yazılan İki Mersiyenin Karşılaştırılması, Yrd. Doç. Dr. Uğur Gürsu
Bâkî Divanı, Prof. Dr. Sabahattin Küçük

Nam u Nişane Kalmadı

Gazel

Nâm u nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan 
Düşdi çemende berg-i dıraht itibârdan

Açıl Bağın Gülü

Gazel

Açıl bağın gül ü nesrini ol ruhsârı görsünler
Salın serv ü sanavber şîve-i retfârı görsünler

Tanzimat Edebiyatı Testi 2

1. Aşağıda verilen Tanzimat dönemi oyunlarından hangisi farklı bir yazara aittir?
A)Çok Bilen Çok Yanılır
B)Çerkez Özdenler
C)Afife Anjelik
D)Vuslat
E)Atala

2.Aşağıda verilen açıklamalardan hangisi ayraç içinde verilen eser ile ilgili değildir?
A) Türk edebiyatında ilk realist roman örneği sayılan eserde alafrangalığa özenen bir mirasyedinin başından geçen olaylar anlatılır. (Araba Sevdası)
B)Hayat tecrübesi olmayan, iradesiz ve mirasyedi bir genç olan Ali Bey'in hikayesidir. Yazar, kötü kadınların ihtiras ve entrikalarına kapılarak kendilerini mahveden tecrübesiz gençleri ele alır. (İntibah)
C)Kıskançlık teması üzerine kurgulanan roman karakterlerinin çok yönlü ele alınışı ile kendinden önceki romanlardan ayrılır. (Zehra)
D)Romanın kahramanı III. Mehmet devrinde İstanbul’da ortaya çıkan bir sipahi ayaklanmasının lideridir. Eserde kahramanın İran’da esir olan Kırım Şehzadesi Adil Giray’ı kurtarma çabaları, yazarın coşkun üslubu ile anlatılır. (Cezmi)
E)Roman esaret konusunu ele alır. Yazar esaretin kötülüğü konusunu romanın merkezine alırken bir cariye ile bir paşazadenin uygun görülmeyen aşkını da ele alır. (Felatun Bey ile Rakım Efendi)

Edebiyat anlayışı bakımından Tanzimat edebiyatının eski-yeni ikilemini en çok yaşayan odur.Bağdatlı Ruhi'ye nazire olarak yazdığı ünlü Terkibibend'ini Cenevre'de iken yayımlayan şair teknik bakımdan daha çok divan şiiri ve estetiğine bağlıdır.
3. Yukarıda tanıtılan Tanzimat şair ve devlet adamı hangi şıkta doğru verilmiştir?
A)Ziya Paşa
B)Ahmet Vefik Paşa
C)Ahmet Mithat Efendi
D)Namık Kemal
E)Şinasi

Şinasi'nin ikinci gazetesi olan ...... ilkine göre daha etkili olmuştur. Şinasi gazetede İstanbul’un kent olarak sorunları, yoksulların durumu gibi pek çok konuyu kamuoyunun gündemine taşımakla kalmamış, hükümetin dış politikasını da eleştirmiştir. Şinasi üzerindeki baskıların artması üzerine 1865’te gazeteyi Namık Kemal’e bırakıp Fransa’ya gidecektir.
4. Yukarıda bırakılan boşluğa aşağıdakilerden hangisinin getirilmesi uygun olur?
A) Tercüman-ı Ahval
B) Hürriyet
C) Tasvir-i Efkar
D) Tercüman-ı Hakikat
E) Muhbir

Edebiyatı halka seslendiği bir kürsü olarak gören sanatçı hemen her türde eser vermiştir. Onun için tiyatro eğlencedir ancak eğlencelerin en faydalısıdır. Altı tiyatro oyunu kaleme alan sanatçı, yazdığı ilk oyunun 1873 yılında sahnelenmesinden sonra çıkan olaylar üzerine sürgüne gönderilmiştir.
5. Yukarıda tanıtılan Tanzimat sanatçısı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Ahmet Mithat Efendi
B) Namık Kemal
C) Recaizade Mahmut Ekrem
D) Samipaşazade Sezai
E) Abdülhak Hamit Tarhan

6.Tanzimat edebiyatında roman türünde eser vermeyen sanatçılar hangi şıkta doğru verilmiştir?
A) Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Abdülhak Hamit Tarhan
B) Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci
C) Ziya Paşa, Abdülhak Hamit Tarhan, Samipaşazade Sezai, Muallim Naci
D) Muallim Naci, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami
E) Şemsettin Sami, Abdülhak Hamit Tarhan, Samipaşazade Sezai, Muallim Naci

7. Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat edebiyatı öykü ve romanı için yanlış bir bilgi içermektedir?
A) Önemli bir kısmında romantizmin bir kısmında ise realizm ile natüralizmin etkileri görülür.
B) Teknik bakımdan kusurlu olan dönem romanlarında günlük hayatta görülmeyecek tesadüflere yer verilir.
C) Eserlerde genel olarak duygusal ve acıklı olaylar ele alınmıştır.
D) Genelde tek yönlü ele alınan roman kahramanları tipten öteye geçemez.
E) Yazarlar romanda anlattıkları olaylar karşısında tarafsız kalabilmişlerdir.

8. Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat ilk dönem şiiri için söylenemez?
A) En belirgin özelliği toplumcu olmasıdır.
B) Divan şiirinin aksine fikre değil söyleyişe önem verilmiştir.
C) Yeni dünya görüşüne ait yeni temalar eski nazım şekilleri ile işlenmiştir.
D) Sanatçılar dilde sadeleşme çabası içinde olsalar da bir başarı sağlanamamıştır.
E)Hece ölçüsü ile birkaç örnek verilse de aruz vezni kullanılmıştır.

9. Aşağıdaki Tanzimat dönemi eserlerinden hangisi türü bakımından diğerlerinden farklıdır?
A) Küçük Şeyler
B) Macera-yı Aşk
C) Çengi
D) Vuslat
E) Gülnihal

10. Aşağıda verilen bilgilerden hangisi Abdülhak Hamit Tarhan için doğru değildir?
A)Bireysel ve içe dönük bir edebiyatın temsilcisidir.
B)Sadece tiyatro ve şiir yazan sanatçı romantizmin etkisindedir.
C)Şiirde aşk, tabiat, ölüm temalarını lirik bir anlatımla ele almıştır.
D)İşlediği temalar ve üslup yeni olsa da bazı değişiklikler yaparak divan şiiri nazım şekillerini kullanmaya devam eder.
E)Aruz ölçüsünden vazgeçmemiş ancak hece ölçüsü ile de şiirler yazmış.

11. Aşağıda verilen eser - yazar eşleştirmelerinden hangisi yanlıştır?
A) Durub-u Emsal-i Osmaniye - Şinasi
B) Sahra - Abdülhak Hamit Tarhan
C) Zafername - Ziya Paşa
D) Demdeme - Recaizade Mahmut Ekrem
E) Takip - Namık Kemal

12.Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat edebiyatıyla birlikte edebiyatımıza giren yeni türlerden biri değildir?
A) Roman B) Tiyatro C) Gezi Yazısı D) Makale E) Eleştiri

I. Türkçülük hareketinin öncülerindendir. En önemli eseri Lehçe-i Osmanî adını verdiği sözlüğüdür.
II. Fransız şairlerinden yaptığı şiir çevirilerini içeren Tercüme-i Manzume adlı eseri edebiyatımızın ilk manzum çevirileridir.
III. Siyasî eleştirinin iyi örneklerinden biri olan Zafernâme adlı eserini Âli Paşa’yı hicvetmek için yazmıştır.
IV. Letâif-i Rivâyât adlı kitabındaki uzun hikayeler edebiyatımızın ilk hikaye örnekleri olarak kabul edilmektedir.
13. Aşağıda verilen sanatçılardan hangisi yukarıda verilen açıklamaların herhangi biriyle ilişkilendirilemez?
A) Ziya Paşa
B) Recaizade Mahmut Ekrem
C) Ahmet Vefik Paşa
D) Ahmet Mithat Efendi
E) Şinasi

14. Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat İkinci dönem şiiri için söylenemez?
A) Dönem şiirine ağır bir dil ve sanatlı bir söyleyiş hakimdir.
B) Hece ile yazılan birkaç örnek dışında aruz ölçüsü kullanılır.
C) Dönem sanatçıları için edebiyat bir amaçtan çok bir araçtır.
D) Dönem şiirine "Güzel olan her şey şiirin konusudur." düşüncesi hakimdir.
E) Bu dönem şiirinde romantizm akımının etkileri görülür.

Tanzimat edebiyatında, “hâce-i evvel”, “Osmanlıyı okutan adam” ya da “yazı makinesi” olarak anılmıştır. Roman, hikaye, tiyatro, gezi yazısı, anı gibi birçok türde eser veren sanatçının iki yüze yakın eseri vardır. Eserlerinde Türk halkının çağdaş medeniyete uymayan düşünüş ve yaşayış tarzını değiştirmeyi hedef almıştır.
15. Yukarıda tanıtılan Tanzimat sanatçısı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Şemsettin Sami
B) Recaizade Mahmut Ekrem
C) Namık Kemal
D) Şinasi
E) Ahmet Mithat Efendi

Dönen Dönsün

Koyun beni hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp de mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Geçti Dost Kervanı

Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası gözümde tüter
Bu ayrılık bana ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni

Esnaf Destanı

Küçücükten çıktım gurbet ellere
Hakikat rahına düştüm gezerken
Eski sözdür gelir yazılan sere
Aşk atına bindim yayan giderken

Şair oldum evvel dinle yalanı
Vezn ü mevzun derler bilmem ben anı
Unuttum bildiğim Türkçe lisanı
Arabi Farisi sohbet ederken

Âşıklığı özge halet sanırdım
Çalıp çığırmayı adet sanırdım
Bunu ben bir kolay sanat sanırdım
Mızrabım kırıldı bozuk çalarken

Anladım ki bu bir çıkmaz sokaktır
Ben çıkardım diyen bunu ahmaktır
Bizlere marifet hayli ıraktır
Gözlerim karardı eş'ar yazarken

Aklımı fikrimi başıma derdim
Düşünüp giderken bir pîre erdim
Otuz iki esnaf ahvalin sordum
Bana ol pir haber verdi sorarken

Vardım çiftçi oldum cümleden akdem
Yıllık ile tuttu beni bir adem
İçtiğim tarhana çorbası her dem
Ağzım yaktım sıcak çorba içerken

Hele kaçtım ben o köyden aşağı
Vardım bir şehire bastım ayağı
Anda oldum bir çulfanın çırağı
Çıkrığım kırıldı masra sararken

Nalbant oldum kırdım nalın çoğunu
Bir katır nalladım dinle oyunu
Meğer acemiymiş bilmem huyunu
Çenemi teptirdim nalın sökerken

Berber oldum doldu dükkâna eller
Şer'an tıraş eder kel başı berber
Ağustos gelince pek kokar keller
Usandım başını tıraş ederken

Hamamc'oldum hamam çöktü başıma
Tellak oldum bak şu benim işime
Çuldan bir kese pek gitti hoşuma
Yağır ettim birin kese sürerken

Bakkal oldum kapan yaptım yerimi
Yağ tükendi Moskof aldı Kırım'ı
Kayıkç'oldum taktım küreklerimi
Tayfalar kırıldı kürek çekerken

Avcı oldum kuşlar havaya uçtu
Hırsız oldum kement boynuma geçti
Gemic'oldum gemim engine düştü
Hele ben kurtuldum tekne batarken

Kalafatçı oldum alem uşattı
Limanda tekneler hep yağır yattı
Kalafat ettiğim gemiler battı
Andan da kovulduk hile ederken

Balıkç'oldum balık ağa girmedi
Asla dört paraya elim ermedi
Dilenc'oldum kimse para vermedi
Büyük kapılarda boyun eğerken

Aşçı oldum asla pişmedi yemek
Boyac'oldum bilmem al yeşil irenk
Tellal oldum tuttum bir topal eşek
Çamura saplandı çekip giderken

Saraç oldum bir gün başladım işe
Sahtiyan tükendi kalmadı tirşe
Kebapç'oldum eti sapladım şişe
Tuzunu unuttum biber ekerken

Pabuçç'oldum dikemedim pabucu
Dikerken kırıldı tığların ucu
Kalayc'oldum hayli çalkadım kıçı
Eski bakırların pasın silerken

Manav oldum elma armut tez çürür
Cambaz oldum ip üstünde kim yürür
Kasap oldum her gün gözüm kan görür
Yüreğim bayıldı kana bakarken

Sarraf oldum sayamadım parayı
Dülger oldum yapamadım sarayı
Hallaç oldum elime aldım yayı
Kirişim kırıldı pamuk atarken

Kazzaz oldum yakışmadı elime
Sai oldum hırsız indi yoluma
Mutaf oldum bak şu benim halime
Götün götün gittim kızıl bükerken

Kuyumc'oldum döğemedim gümüş
Bilemedim elmas ile çaytaşı
Pazvant oldum bir gün yıkılda çarşı
Hele ben kurtuldum çarşı çökerken

Cevahirci oldum sözün doğrusu
Fark etmedim cevahiri elması
Terzi oldum ele aldım makası
Parmağım kestirdim kumaş biçerken

Hammal oldum bir hafif yük bulmadım
Pelvan oldum hiçbir adam yenmedim
Yırttılar yakamı birden duymadım
Kollarım kırıldı göğüs tutarken

Meyzin oldum ezan vakti olmadı
Bağıra bağıra sesim kalmadı
Kahvec'oldum hiç müşteri gelmedi
Şerbetim ekşidi döktüm kokarken

İmam oldum kaba sofu çoğaldı
Beynamazlar hep camiye döküldü
Lerze oldu bir gün cami yıkıldı
Aptesli aptessiz namaz kılarken

Ben bu sanatları bir bir dolaştım
Tekrar gelip şairliğe bulaştım
KAMİLÎ mürşidin destine düştüm
Tekke-i aşk içre çile çekerken

Kamilî (18.yy)

Kaynak:

Âşık Edebiyatında Esnaf ve İş Destanları, Dr. Doğan KAYA