Beyaz Kale

Orhan Pamuk'un üçüncü romanı.
1985 yılında yayımlanan eser, yazarın ilk postmodern romanıdır.
Eser, efendi-köle çatışmasının yanı sıra medeniyet çatışması (Doğu ile Batı) çerçevesinde anlatılan tarihsel bir kurgudur.
Eserde olaylar 17. yüzyılda Sultan IV. Mehmet (Avcı Mehmet) Dönemi'nde geçmektedir.
Eserde Türkler tarafından tutsak alınan Venedikli bir aydının, kendisine çok benzeyen ve "Hoca" diye anılan bir Türk'e köle olarak verilmesiyle gelişen olaylar anlatılmaktadır.
Birbirlerine ikiz kadar benzeyen bu iki kahraman (efendi / köle), eserde Doğu ile Batı medeniyetlerinin temsilcileridir.
Eserde kahramanların birbirlerini tanıma ve anlama çabaları; zamanla karşılıklı etkileşime, başkalaşıma, birbirlerine dönüşmeye ve sonunda yer değiştirmeye kadar varacaktır.
Roman, Floransa ve Venedik'te bilim ve sanat okumuş olan Venedikli Köle'nin ağzından (kahraman anlatıcı) anlatılmaktadır. Ancak romanın "Son Söz" bölümünde yazılanlar, hikâyeyi anlatanın kimliği konusunda okuru kuşkuya düşürecektir.

Giriş Bölümü

Roman, hikâyeyi okuyucuya sunan bir "Giriş" yazısı ile başlar ancak bu bölüm de kurgunun bir parçasıdır (üstkurmaca tekniği). 
Faruk Darvınoğlu (Kendisi aynı zamanda yazarın Sessiz Ev romanındaki karakterlerden biridir.) imzalı bu kısa yazıya göre eser, 1982 yılında Gebze Kaymakamlığına bağlı döküntü bir arşivde Darvınoğlu tarafından bulunmuştur. Tarihçi olsa da dede mesleği olan ansiklopediciliğe dönen Darvınoğlu, "Yorgancının Üvey Evladı" başlıklı bu el yazmasını hemen okumuş, kopyasını çıkarmaya üşendiği için de çantasına atmıştır. Uzun süre bu küçük el yazmasını nasıl değerlendireceğini bilemeyen Darvınoğlu, en sonunda hiçbir üslup kaygısı gütmeden -aslında bu da şüphelidir- eseri günümüz Türkçesine aktarmıştır. Esere "Beyaz Kale" adını veren de kendisi değil, kitabı basmayı kabul eden yayınevidir.

Özet

Venedik’ten Napoli’ye giden gemilerden biri Türk donanması tarafından kuşatılır. Esir düşen gemidekilerden biri Floransa’da ve Venedik’te bilim ve sanat eğitimi almış olan bir İtalyandır. 
Venedikli İtalyan, hekim olduğunu söyleyerek kürek mahkûmu olmaktan kurtulur. Kalyonlar, esirlerle birlikte İstanbul’a gösterişli bir törenle girer. Galata’da, Sadık Paşa’nın zindanında kalan Venedikli Köle, sınırlı tıp bilgisine rağmen mahkûmlardan gardiyanlara kadar pek çok kişiye yardım eder. Bu sayede de daha iyi bir hücreye geçer. Hekimlikten kazandığı parayla da Paşa'nın yaşlıca bir adamından Türkçe dersleri alır.
Bir gün zindana gelen kâhya, Paşa’nın hasta olduğu için kendisini çağırdığını söyler. Paşa'yı dinleyen Köle, Paşa’nın "nefes darlığı" çektiğini düşünerek ona naneli yeşil haplar hazırlamaya başlar. Bir süre sonra rahata kavuşan Paşa, Köle’ye bir miktar para verir. Hatta ayağındaki zincirleri çözdürüp kâhya ile ona yeni kıyafetler gönderir.
Sonbaharda seferden dönen Paşa, Köle'yi çağırtır. Köle, huzura çıkacağı sırada kendisine tıpatıp benzeyen birini görüp korkar. İçeri girdiğinde "Hoca" dedikleri bu adamı Paşa'nın yanında görür.
Oğlunu Başvezir'in kızıyla evlendirecek olan Paşa, düğün törenindeki havai fişek gösterisi için Köle’yi, Hoca’ya yardımcı olarak görevlendirir. İkisi Hoca’nın Haliç’teki evinde havai fişek gösterileri için çalışmaya başlar.
Günlerce süren gösterilerden oldukça memnun kalan Paşa, Hoca'ya bir kese altın gönderir. Köle'ye de Müslüman olması karşılığında onu azat edeceğini söyler. Ancak Köle, Müslüman olmayı reddeder. Paşa, hayatı pahasına dininden dönmediği için Köle'yi takdir ettiğini söylese de İslam dinini seçmediği için onu Hoca’ya esir olarak hediye eder. 
Hoca, Köle’den ülkesindeki okullarda öğrendiklerini kendisine aktarmasını ister. Bu bilgileri öğrendikten sonra da onu azat edeceğini söyler.
Haftada iki gün sübyan mektebinde ders veren Hoca, geri kalan vaktinde de Köle’den İtalyanca öğrenir. İlk yılı astronomiyle uğraşarak geçirirler. Bu arada Sadık Paşa'nın Erzurum'a sürüldüğü haberi gelir. 
Hoca, namaz vakitlerini gösteren kusursuz bir saat yapmak için çalıştığı sırada Köle, bir marangoz bulup masa yaptırır. Hoca, ilk gördüğünde "musalla taşına" benzettiği masaya zamanla alışır. Bu arada Paşa da sürgünden dönmüştür. 
Hoca, yıldızlar hakkında öğrendiği yeni bilgileri aktarmak hem de yeni icadı olan saati göstermek için Paşa'yı ziyaret eder. Ancak tüm bunlara Paşa'nın verdiği tepki onu şaşırtır. Paşa'ya göre tüm bu acayip fikirlerin kaynağı Venedikli Köle'dir. Sonrasında da bu işeri bırakıp düşmanlara dünyayı zindan edecek bir silâh üzerinde çalışmasını öğütler.
Paşa, bir hafta sonra Hoca ile Venedikli Köle'yi o sıralar dokuz yaşında olan IV. Mehmet'in huzuruna çıkartır. 
Hoca'nın yıldızların / gezegenlerin dönüşlerini gösteren maketi, Padişah'ın çok hoşuna gider. Ancak henüz küçük bir çocuk olan Padişah, bilim ile safsatayı birbirinden ayıracak durumda değildir. Padişah, Hoca'dan yıldızlara bakıp gelecekten haberler vermesini bekler. 
Hayvanlara ve ava düşkün Padişah'ın çocuksu sorularına mantıklı ve tehlikesiz cevaplar uyduran Hoca ise kısa zamanda göze girmeyi başarır. Buna rağmen çevresindeki insanlardan umudunu yitirmeye başlamıştır. Mektebindeki öğrenciler bile yıldızlardan çok melekleri merak etmektedir. Hoca'ya göre de onu anlamayan, bilime önem vermeyen tüm bu insanlar aptaldır.

"Aptal oldukları için başlarının üstünde gezinen yıldızlara bakıp düşünmüyorlardı, aptal oldukları için öğrenecekleri şeyin önce neye yarayacağını soruyorlardı, aptal oldukları için ayrıntılara değil özetlere meraklıydılar, aptal oldukları için birbirlerine benziyorlardı vb."

Ondan sonraki üç yıl, Efendi ve Köle'nin en kötü yılları olur. Padişah artık buluğ çağına ermiştir. Ara sıra saraya çağrılan Hoca ise durup dururken çatlayan bir ayna ya da düşen bir yıldırım hakkında sorulan bilim dışı sorulara cevap uydurmaktan başka bir şey yapmamaktadır. 
Hoca, bir gün Köle'ye sıradan bir şeyden söz eder gibi "Niye benim ben?" diye bir soru sorar. Bu soruyla ikisi arasında bir çatışma başlar. Bu çatışma, Efendi (Doğu) ve Venedikli Köle'nin (Batı) ait oldukları medeniyetin gizli anahtarlarını çözmek umuduyla geçmişlerini, zaaflarını, kötü yanlarını duygusal bir sarhoşluk içinde kaleme almaları ile sonuçlanacaktır.
Bu sayede Köle, Hoca hakkında birçok şey öğrenir. Ancak Hoca, Köle'nin yazdıklarından beklediği sırra (onlar / biz) bir türlü ulaşamaz. İki karakter arasındaki belirgin fark ise yıllar geçtikçe kapanır. Kimi zaman Venedikli Köle, Hoca gibi; kimi zaman da Hoca, Venedikli Köle gibi düşünmeye başlar. 
Hoca bir sabah Köle’ye, şehirde veba çıktığını haber verir. Köle, bu duruma Hoca’nın kaderci bir bakış açısıyla yaklaşmasından rahatsız olur. Vebaya yakalanma korkusuyla evden kaçar. Heybeliada’da, Rum bir balıkçının evine sığınır. 
Bu arada Padişah, Hoca’dan veba hakkında ayrıntılı bilgi istemiştir. Hoca ise Köle’nin adada saklandığını bilmektedir. Onu eve getirir ve vebanın seyri hakkında ayrıntılı bilgi toplayabilmek için ondan yardım ister. Aslında Hoca da Köle gibi vebanın sadece alınacak sağlık önlemleriyle geriletilebilecek bir felaket olduğunu düşünmektedir. 
Günlük ölüm oranlarını saptamaya çalışan Köle, elde ettiği verilerle tahmini olarak vebanın ne zaman biteceğini saptamaya çalışır. Hoca’nın isteği üzerine bu iş için on iki adam görevlendirilir. Adamların görevi mahallelerdeki ölüm sayılarını tespit etmektir. Bir süre sonra da şehre giriş ve çıkışlarda kısıtlamaya gidilir. Hoca'ya göre İstanbul'u sarsan bu veba salgını iki hafta içinde bitecektir. İstanbul’da veba salgını etkisini kaybetmeye başlarken Hoca, "Baş Müneccim" olarak görevlendirilir. 
Hoca'nın Padişah'a daha yakın olması ikiliyi birbirinden uzaklaştırır. Köle, her şeye rağmen Hoca ile geçirdiği eski günleri özlemektedir. Aradan geçen on beş yılda İstanbul'a iyice alışmış, memleketine dönme isteği de zamanla kaybolmuştur. 
Hoca ise yapacağı inanılmaz silah sayesinde Sultan'a yaptıracağı rasathane ile bilim evinin hayallerini kurmaktadır. Ancak yıllar, av düşkünü Sultan'ın bu konularda alacağı cesur kararları beklemekle geçer.
Derken bekledikleri olur ve Sultan, düşmanları perişan edecek o inanılmaz silahın yapımı için onay verir. Bir süre birlikte çalışırlar. Sonrasında Hoca, silah üzerinde çalıştığını bahane ederek saraya gitmez olur. 
Geçen dört yıl boyunca saraya gidip Padişah'la ilgilenmek, tören ve eğlencelere katılmak Venedikli Köle'ye düşmüştür. Venedikli, hayatın tat alınabilecek bir şey olabileceğini bu dört yılda öğrenecektir. Tek sıkıntısı ise herkesin bu silâh tasarısının arkasında kendisinin olduğunu düşünmeye başlamasıdır. Hatta Sultan da böyle düşünmektedir.
Lehistan seferinden dönen Padişah, biten bu dev silahı görmek için ikisini Edirne'ye çağırır. Korkunç gıcırtılar, tuhaf gürültülerle ağır ağır yol alan bu kara demir yığını tahmin ettiklerinden daha hızlı ilerleyerek on gün içinde Edirne'ye varır. Tekerlekli bir kazana benzeyen bu dev silahı hareket ettiren ise silahın içine girip çarkları çeviren adamlardır. 
Ordu, yeni bir Lehistan seferi için Edirne'den yola çıkar. Padişah, tüm eleştirilere rağmen silaha güvenmektedir. Ancak birkaç gün sonra bu koca demir yığını çamura saplanıp kalır. Paşalara göre bu silah sadece uğursuzluk getirmekle kalmayıp ordunun başına bela da olmaktadır.
Yüksekçe bir tepenin üzerinde bembeyaz görünen Doppio Kalesi (İtalyanca bir sözcük olan doppio, "çift" anlamına gelmektedir.) bir türlü ele geçirilememiştir. Silah, Hoca'nın çabasıyla çamurdan çıkmış ama ilk saldırıda büyük bir başarısızlığa uğramıştır. Sonunda askerler, tüm bu felaketin gerçek sorumlusu olarak gördükleri Köle'nin kellesi isterler.
Bunun üzerine birbirlerine ikiz kadar benzeyen Efendi ile Köle 
-sanki yıllardır bunu bekliyorlarmış gibi- yer değiştirir. 
Venedikli Köle'nin elbiselerini giyen Hoca, Köle'sinin evi ve ailesi hakkında gerekli tüm bilgileri en ince ayrıntısına kadar alıp çadırdan çıkar. Yeni hayatına doğru yola çıkan Hoca, sisin içinde kaybolurken Köle de onun yatağında huzurlu bir uykuya dalacaktır.
Hoca’nın kimliğine bürünen Venedikli Köle, şüphelerin artması üzerine görevinden ayrılıp Gebze’de başka bir eve yerleşir. Burada kendini Padişah'a unutturduktan sonra "Sakatlara, oğlunu, kardeşini kaybeden şaşkınlara, çaresiz hastalara, evde kalmış kızların babalarına, boyu bir türlü uzamayanlara, kıskanç kocalara, körlere, gemicilere, gözü dönmüş kara sevdalılara" (s. 170) geleceklerini söylemekle geçinir. Henüz Müneccimbaşı iken evlendiği eşinden de dört çocuğu olmuştur.

İlgili Sayfalar



Yararlanılan Kaynak

Beyaz Kale, Orhan Pamuk, İletişim Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Desteğiniz bizim için önemli. Daha iyi içerikler üretebilmemiz için hem "Takip Et" butonuna tıklayarak hem de yorumlarınızla bize destek olabilirsiniz. Ayrıca sayfaya daha rahat ulaşmak için sayfamızı sık kullanılanlar klasörüne eklemeyi unutmayınız.