Oğuz Kağan Destanı

Hun-Oğuz Destanı. 
Oğuz Kağan, Türklerin Oğuz boyunun tarihini destansı ögelerle dile getiren millî bir destandır.
Destanın bugün değişikliğe uğramış bazı parçaları elimizde bulunmaktadır. 
Bu anlatılar destanın oluşmasından çok sonra yazıya geçmiştir.
Bu anlatılardan özellikle ikisi ön plana çıkmıştır. Birincisi Paris Millî Kütüphanesinde Uygur harfleriyle yazılmış yazma nüshadır. Bu nüsha destanın doğu rivayetini oluşturur.
İkinci önemli kaynak ise Reşideddin Oğuznamesi’dir. Reşideddin, Oğuz Han ve oğullarına ait rivayetleri Camiü’t-Tevârih adlı kitabında toplamıştır. Bu anlatma ise destanın batı rivayetini oluşturur.
Oğuz Kağan Destanı’ndan Türklerin dünya görüşü, tarihi, devletçiliği ve yönetim sistemi hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür.
Oğuz Kağan’ın tarihi kişiliği ve kimliği noktasında temel iki görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Büyük Hun Hakanı Mete olduğuna dair görüştür. İkincisi destanda anlatılan fetih hareketlerinden yola çıkarak destanın daha eski bir döneme -İskitler (Sakalar) dönemine- ait olduğu düşüncesidir.
Destanda Oğuz Kağan'ın cihan fethini gerçekleştirme arzusu ve bu arzusunu gerçekleştirme yolundaki eylemleri anlatılmaktadır.

Uygur Yazmasından...

Yine günlerden bir gün...
Aydın oldu gözleri, renklendi, ışık doldu,
Ay Kağan'ın o günde, bir erkek oğlu oldu
Gömgök, gök mavisiydi, bu oğlanın yüz rengi
Kıpkızıl ağzıyla, ateş gibiydi benzi
Al al idi gözleri, saçları da kapkara,
Perilerden de güzel kaşları var ne kara!
Geldi ana göğsüne, aldı emdi sütünü,
İstemedi bir daha içmek kendi sütünü
Pişmemiş etler ister, aş yemek ister oldu.
Etraftan şarap ister, eğlenmek ister oldu!
Ansızın dile geldi, söyler konuşur oldu.
Kırk gün geçtikten sonra, yürür oynaşır oldu
Öküz ayağı gibi idi sanki ayağı,
Kurdun bileği gibi idi sanki bileği
Benzer idi omuzu sanki samurunkine
Göğsü de yakın idi koca ayınınkine
Bir insan idi, fakat tüylerle dolu idi
Vücudunun her yanı kıllarla dolu idi
Güder at sürüleri, tutar atlara biner
Daha bu yaşta iken çıkar avlara gider!
Geceler günler geçti, nice seneler doldu
Oğuz da büyüyerek yahşi bir yiğit oldu.
Bu çağda bu yerde, bir büyük orman vardı. 

Oğuz yurdundan içre
Ne nehir, ne ırmaklar akardı bu orman içre
Ne çok av hayvanları, ormanda yaşar idi
Ne çok av kuşları da üstünde uçar idi
Ormanda yaşar idi, çok büyük bir gergedan
Yer idi, yaşatmazdı, ne hayvan ne de insan
Basarak sürüleri yer idi hep atları,
Zahmet verir insana alırdı hayatları
Vermedi hiçbir defa insanoğluna aman
Öyle bir canavar ki işte böyle çok yaman.
Oğuz Kağan derlerdi alp bir kişi vardı
Avlarım gergedanı, diye o yere vardı.
Kargı, kılıç aldı kalkan ile ok ile
Dedi gergedan kendisini yok bile!
Ormanda avlanarak, bir geyiği avladı
Söğüt dalıyla onu bir ağaca bağladı
Döndü gitti evine, sabah olmadan önce,
Tanın ağarmasıyla geyiğine dönünce
Anladı ki gergedan geyiği çoktan yuttu
Geyiğin yerine yeni bir ayı tuttu,
Çıkararak belinden, hanlık altın kuşağı
Ayıyı astı yine o ağaçtan aşağı,
Yine sabah olmuştu, ağarmıştı artık tan,
Geldi baktı ki, ayısını almış gergedan.
Artık bu durum onu can evinden vurmuştu
Ağaca kendi gidip, tam altında durmuştu.
Gergedan geldiğinde Oğuz'u görüp durdu
Oğuz’un kalkanına gerilip bir baş vurdu!
Kargıyla gergedanın başına vurdu Oğuz
Öldürüp gergedanı kurtardı yurdu Oğuz
Keserek kılıcı ile hemen başını aldı
Döndü, gitti evine iline haber saldı.
Yine bir gün de gitti, gördü orda bir sungur
Konmuştu, gergedanın barsağını yer durur,
Yayıyla bir ok attı, ok sunguru öldürdü,
Kesti başını sonra, kendi kendine dedi,
Gergedan hem geyiği hem de ayıyı yedi,
Öldürdü kargım onu çünkü bu bir demirdi,
Koskoca gergedanı bir küçük sungur yedi,
Ok, yay öldürdü onu, çünkü bu bir bakırdı,
Yine günlerden bir gün
Oğuz Kağan Tanrı’ya yakarırken
Karanlık bastı birden, bir ışık düştü gökten
Öyle bir ışık indi parlak aydan güneşten
Oğuz Kağan yürüdü yakına ışığın
Oturduğunu gördü ortasında bir kızın
Bir ben vardı başında, ateş gibi ışığı
Çok güzel bir kızdı bu sanki Kutup Yıldızı
Öyle güzel bir kız ki, gülse gök güledurur,
Kız ağlamak istese gök de ağlayadurur!
Oğuz kızı görünce aklı gitti beyninden
Kıza vuruldu birden, kızı sevdi gönlünden
Kızla gerdeğe girdi, aldı dileğinden
Gebe kalmıştı kız, gün geceler dolunca
Gözleri aydın oldu, üç oğlancık doğunca
Birinci oğlancuğa Gün adını koydular,
İkinci olanaysa, Ay adını buldular
Yıldız olsun üçüncü, diye memnun oldular.
Ava gitmişti bir gün, ormanda Oğuz Kağan
Gölün ortasında bir tek ağaç uzuyordu.
Ağacın kovuğunda bir kız oturuyordu
Gözü gökten daha gök, bu bir Tanrı kızıydı
Irmak dalgası gibi, saçları dalgalıydı
Bir inci idi dişi, ağzında hep parlayan
Kim olsa şöyle derdi, yer yüzünde yaşayan
“Ah! Ah! Biz ölüyoruz! Eyvah, biz ölüyoruz"
Der, bağırır dururdu
Tıpkı tatlı süt gibi, acı kımız olurdu.
Oğuz kızı görünce, aklı başından gitti
Nedense yüreğine kordan bir ateş girdi.
Gönülden sevdi kızı, tutup aldı elinden
Kızla gerdeğe girdi, aldı dileğinden
Birinci oğlancuğa, Gök adını koydular,
İkinci oğlanaysa, Dağ adını buldular
Deniz olsun üçüncü, diye memnun oldular.
Oğuz bunu duyunca, ilinde soy soylattı
Toy yaptı, şölen verdi, çok büyük toy toylattı.
Varlık verdi iline…
Emir verdi Oğuz Kağan kendinin iç iline,
Toplandı halk sözleşti, koştu onun eline
Oğuz kırk masa ile, sıra dizdirmişti,
Türlü şaraplar ile aşlar pişirtmiş idi,
Halk oturdu sofraya, ne kımızlar içtiler
Ne şaraplar içtiler, ne tatlılar yediler,
Toy bitince Oğuz Han, verdi şu buyruğunu:

“Ey benim beylerimle, ilim ey budunu!
Sizlerin başınıza ben oldum artık kağan,
Elimizden düşmesin ne yayımız ne kalkan!
Damgamız olsun bize, yol gösteren bir buyan!
Alplar olsun savaşta, Bozkurt gibi uluyan!
Demir kargılar ile, olsun ilimiz orman
Av yerlerimiz olsun, vahşi at ile kulan
Yurdumuz ırmaklarla denizler ile dolsun
Gökteki güneş ise yurdun bayrağı olsun
İlimizin çadırı yukarıdaki gök olsun
Dünya devletim olsun, halkımızda çok olsun”

Ayrıca buyruk yazdı, dört tarafa Oğuz Han,
Bildirdi elçilerle, öğrendi bunu her yan
Oğuz bu bildirisinde, buduna şöyle dedi:
“Madem ki Uygurların, benim büyük kağanı,
O halde sayılırım ben bir dünya kağanı.
Bana bağlıdır artık, dünyanın her dört yanı
Bana itaat etmek, sizlerden dileğimdir
Benim ağzıma bakıp durmanız isteğimdir.
Bana kim baş eğerse alırım hediyesin,
Dost tutarım onu ben, her zaman bana gelsin!
Kim ki ağzıma bakmaz, baş tutar olur bana
Ordumu çıkarırım, o düşman olur bana
Derim, bir baskın yapıp, ezeyim bastırayım,
Yok edeyim ben onu, ezeyim astırayım”
Yine o çağda idi;
Altun Kağan adında başka bir kağan vardı,
Elçisini gönderip Oğuz Han'a vardı
En nadir yakutlarla altın gümüşler sundu,
Mücevherler gönderdi saygı gösterip durdu
En iyi hediyeyi sunarak dostluk kıldı,
Baş eğip Oğuz Han hem de mutluluk kıldı
Urum Kağan derlerdi, ulu büyük bir kağan.
Oğuz’un komşusuydu, sol yanında oturan.
Kentleri çok çok idi, sayısız orduları,
Dinlemezdi Oğuz’dan giden buyrultuları,
Gitmez idi ardından, direnir durur idi,
“Sözünü tutmam” tutmam diye, söylenir durur idi.
Yarlık gönderdi Oğuz, yarlığın dinlemedi,
Oğuz başına koydu, yok edeyim ben dedi!
Oğuz yola çıkarak bayraklarını açtı,
Muz-Dağ eteklerini, kırk günden sonra aştı,
Çadırları kurdurup derin uykuya daldı.
Tan ağarıyordu ki çadıra ışık daldı
Bir erkek kurt göründü ışıkta soluyarak
Bir kurt ki gök yeleli! Bir kurt ki gömgök tüylü!
Bakıyordu Oğuz’a ışıkta uluyarak
Döndü bu kurt Oğuz’a, tıpkı bir insan gibi,
Ağzından sözler döktü, tıpkı bir lisan gibi
Dedi: “Ey, Ey Oğuz ey! Bilirim ne dilersin!
Urum illerinde savaş yapmak istersin!
Ey Oğuz askerini ben kendim güdeceğim,
Ordunun en önünde ben de yürüyeceğim!”
Toplattı çadırını, Oğuz duyunca bunu,
Ordusuna gidince hayretle gördü şunu;
Bir büyük erkek bir kurt, askere öncü gibi,
Gök tüyü, gök yelesi, yol veren izci gibi!
Yürür durur önlerden,
Nihayet durdu, bir gün neçe sonra günlerden,
Duruverdi, Oğuz’un ordusu da ardından,
Bir nehir vardı burada, İdil-Müren adında,
Savaş başladı birden, nehrin kıyılarında,
Ok ile, kargı ile, Kara Dağ sırtlarında,
Askerler arasında çok çok vuruşu oldu,
Halkın gönlü bunaldı, kalplere kaygu doldu,
Bu vuruşma, döğüşme öyle yaman oldu ki,
İdil-Müren suyu kıpkızıl kanla doldu.
Oğuz Kağan başardı, Urum Kağan da kaçtı,
Kağanlığını aldı, halkı iline kattı.
Oğuz Kağan’ın otağı ganimetlerle doldu,
Ölü diri ne varsa onun tutsağı oldu.
Uruz adlı kardeşi vardı, Urum Kağan’ın,
Uruz Bey’in oğlu da kurtarıverdi canın,
Uruz Bey göndermişti, oğlunu bir şehre,
Dağ başında kurulmuş, gizlenmiş bir şehre,
Uruz Bey dedi ona: “Kenti korumak gerek”
“Vuruş bitinceye dek, şehri saklamak gerek”
“Vuruş bittikten sonra, halkını al gel!” dedi,
Oğuz bunu duyunca ne yedi, ne de içti.
Oğuz aldı ordusun, hemen bu şehre yetti,
Uruz Beğ’in oğlundan Oğuz’a elçi gitti,
Çok çok altın gümüşle, hediye inci gitti
Dedi: “Ey Oğuz Kağan! Sen benim kağanımsın,
Babam bu kenti verdi dedi: Sen benim oğlanımsın
“Sakla bu kenti bana, bunu korumak gerek,
Vuruş bitinceye dek şehri saklamak gerek!
Savaştan sonra kentini al emrine bana gel!”
Bu Uruz Bey’in oğlu sözüne devam etti:
“Düşmanı ise eğer Oğuz Kağan’ın babam,
Beni hiç suçlamayın, suçluysa eğer atam,
Ben seninleyim her an, emrine bağlanmışam
Emrini emir bilip sana bel bağlamışam!
Kutumuz olsun sizin kutlu devletinizin,
Soyumuzdandır bizim, tohumu neslimizin,
Tanrı buyurmuş size, yer yüzünü al diye
Başımla kutumu da veriyorum al diye
Hediyeler gönderip vergimi sunacağım
Dostluktan çıkmayacak, karşında duracağım!
Bu yiğidin hoş sözü Oğuz'u sevindirdi.
Uruz Bey’in oğluna, gülerek yarlık verdi.
Dedi: “Bana çok altın, çok hediye sunmuşsun,
Şehrini kentini de çok iyi korumuşsun.
Kentini saklayarak, iyi korudun diye
Saklap adını verdim, sana ad olsun diye.”
Dostluk kıldı Oğuz Kağan, sonra ordusun aldı,
İdil nehrine gelip kıyılarında kaldı,
İdil denen bu ırmak, çok çok büyük bir suydu
Oğuz baktı bir suya, bir de beylere sordu:
“Bu İdil sularını, nasıl geçeğiz biz?”
Orduda bir bey vardı, Oğuz Han’a çöktü diz.
Uluğ Ordu Bey derler, çok akıllı bir erdi,
Bu yönde Oğuz Kağan’a yerinde akıl verdi,
Baktı ki yerde bu Bey, çok ağaç var çok da dal
Kesti biçti dalları, yaptı kendine bir sal,
Ağaç sala yatarak, geçti İdil nehrini
Çok sevindi Oğuz Kağan, buyurdu şu emrini:
“Kalıver sen burada oluver bir sancak Bey
Ben dedim öyle olsun, densin sana Kıpçak Bey”
Oğuz, orduya geldi, yol erlere göründü,
Yürümeye başlarken Kurt onlara göründü.
Bir Kurt ki erkek bir kurt!
Gök Tüylü, Gök Yeleli!
Bu Kurt döndü Oğuz’a, bakmadan sağa sola,
Dedi: “Ey Oğuz! şimdi ordunu çıkar yola,
Halkını, beylerini, atlandır çıkar yola,
Baş çekip göstereyim, doğru yol nerde ola,
Oğuz Kağan baktı ki erkek kurt önde gider
Ordunun öncüleri Boz Kurdu gözler gider.
Oğuz bunu görünce ne çok sevinmiş idi.
Alaca aygırına severek binmiş idi,
Apalaca aygırın Oğuz severdi özden.
Ama at dağa kaçtı, kayboldu birden gözden,
Bu dağ buzlarla kaplı, çok büyük bir dağ idi,
Soğuğun şiddetinden başı da ap ağ idi.
Çok cesur, çok alp bir bey ordu içinde vardı
Ne Tanrı, ne şeytandan, korku içinde vardı,
Ne yorgunlik, ne soğuk, erişmez idi ona,
O bey dağlara girdi, dokuz gün erdi sona,
Aygırı yakaladı, memnun etti Oğuz'u,
Atamadı üstünden dağlardaki soğuğu
Olmuştu kardan adam, kar ile sarılmıştı,
Oğuz onu görünce, gülerek katılmıştı,
Dedi: “Baş ol Beylere, sen de artık burada kal,
Sana Karluk diyeyim, ölmeyen adını al!”
Çok mücevher ile hediye verdi ona,
Soyurgadı Karluk’u, devam etti yoluna
Oğuz yolda giderken ağzında kaldı eli,
Çok büyük bir ev gördü, gümüşten pencereli,
Duvarları altından, demirdendi çatısı,
Anahtarı da yoktu, kapalı idi kapısı,
Tömürdü Kagul adlı bir er arana durdu,
Becerikli bir er idi, Oğuz ona buyurdu
“Sen burada kalacaksın, kapıyı açacaksın,
Eve girdikten sonra orduma varacaksın,”
Bu ere de Oğuz Kağan, dediği için “Kal! Aç!”
Böyle münasip gördü, adına dedi Kalaç
Yine günler de bir gün;
Gök tüylü, gök yeleli, Bozkurt kaybolmuş idi,
Oğuz bunu görünce o yerde durmuş idi,
Anladı ki, bu yerde otağı kurmak gerek
Tarlasız çorak yerde, düşmanı vurmak gerek.
Çürcet adlı bu ilin, çok büyük otlakları,
Çok malı, çok sığırı, vardı pek çok atları,
Çok altın, çok gümüşler, vardı Çürcet Kağan’da
Sayısız mücevheler, bulunurdu hep onda,
Çürçet Kağan’ı aldı, halkıyla ordusunu,
Geldi karşılamaya, Oğuz Kağan ulusunu
Ok ile, kılıç ile döktü düşman kanını
Baş geldi Oğuz Kağan, bastı Çürçet Han’ını,
Oğuz öldürdü onu, kesti hemen başını,
Böldü ganimetlerini, tabi kıldı halkını
Oğuz’un askerleri, halkıyle maiyeti
Aldılar, topladılar, sayısız ganimeti.
Az geldi atlar ile, öküz ve katırları
Yüklemeye taşımaya savaşta alınmışları,
Oğuz’da bir er vardı, akıllı tecrübeli,
Barmaklığ Çoşun Billig, yatkındı işe eli,
Yapıp koydu içine, bir kağnı arabası,
Savaşta ne alınmışsa, Oğuz’un bu ustası.
Kağnıyı çekmek için canlı öne koşuldu,
Cansız ganimetler de üzerine konuldu,
Oğuz’un beyleri ile halkı şaşırdı buna,
Onlar da kağnı yaptı benzeterekten ona,
Kağnılar yürür iken, derlerdi “Kanga, Kanga!”
Bunun içinde dendi bu halka artık Kanga
Oğuz bunu görünce güldü kahkaha ile,
Dedi: “Cansızı çeksin, canlılar kanga ile!
Adın Kangalug (Kanglı) olsun, belgenizde araba (Kağnı)”
Bıraktı onları da gitti başka tarafa,
Gök yeleli, gök tüylü göründü kutsal Bozkurt,
Hin, (Sindu), Tangut, illeri de oldu Oğuz’a bir yurt
Oğuz yürüyüp gitti, Suriye'
nin (Şagam) yoluna, 
Baş kesti, savaş yaptı, kattı kendi yurduna.
Söz dışında kalmasın, bilsin bunu da herkes
Güneyde, Barkan adlı, bir il varıdı bu kez,
Oğuz’da bir er vardı, akıllı tecrübeli,
Vahşi hayvan yurduydu, havası sıcak idi,
Mücevher gümüşü çok, altını da paradır,
Halkın yüzünün rengi, Tanrı’dan kapkaradır,
Bu yerin kağanının adına derler Masar,
Oraya giden Oğuz, yaman vuruşur basar,
Savaşı kazanınca Masar kağan da kaçar.
Alıp onun yurdunu kendi yurduna katar.
Sayısız at, mal alır, dostları hep sevinir,
Döner evine gider, düşmanları yerinir,
Söz dışında kalmasın, bilsin herkes bu işi,
Oğuz Kağan’ın yanında vardı bir koca kişi
Sakalı ak, saçı boz, çok uzun tecrübeli
Asil bir insan idi, akıllı düşünceli,
Ünvanı, Tüşümel idi, yani kağan veziri,
Uluğ Türük (Türk) Oğuz’un seçme eri,
Altundan bir yay gördü, uyur iken uykuda
Yayın bulunuyordu, üç gümüşten oku da
Ta doğudan batıya, altın yay uzamıştı,
Üç gümüş ok kuzeye sanki kanatlanmıştı.
Anlattı Oğuz Kağan'a uyanınca uykudan,
Rüyayı tabir etti, içindeki duygudan
Dedi: “Bu düşüm sana, dirlik, düzenlik versin
Kağanıma inşallah, birlik güvenlik versin!
Rüyada ne gördüysem, Gök Tanrı’nın sözüyle,
Seni de öyle yapsın, Tanrı kutsal özüyle.
Yer yüzünün ki hepsi, dolup taşar boyuna,
Tanrım bağışlayıver Oğuz Kağan soyuna!”
Oğuz Kağan çok beğendi, Uluğ Türük’ün (Türk) sözünü,
Öğüt ver dedi bana, tuttu onun öğüdün.
Sabah olunca gördü kendinden büyükleri
Çağırtarak getirdi, kendinden küçükleri
Dedi: “Hey! Gönlüm benim, avlansana haydi der,
Başa geldi ihtiyarlık, cesaretin hani? der,
Gün, Ay ve Yıldız sizler, gidin gün doğusuna
Gök, Dağ ve Deniz siz de, gidin gün batısına”
Oğuz Kağan oğulları, bunu hemen duyunca,
Gitti üçü doğuya, üçü de batı boyunca.
Av avlayıp kuşlanan Gün ile Yıldız ve Ay,
Buldular yolda birden, som altından tam bir yay.
Sundular Oğuz Kağan’a, Kağan sevindi hem güldü
Aldı ve altın yayı kırarak üçe böldü.
Dedi: “Ey! Oğullarım kullanın bir yay gibi,
Oklarınız erişsin, göğe değin bu yay gibi!”
Av avlanıp, kuşlanan, Dağ ile Deniz ve Gök,
Buldular yolda birden, som altından tam üç ok,
Sundular Oğuz Kağan’a, Han sevindi, hem güldü
Aldı üç gümüş oku kırarak üçe böldü,
Dedi: “Ey! Oğullarım, sizlerin olsun bu ok,
Yay atmıştı onları, olsun sizde birer ok,
Bunu diyen Oğuz Kağan, çağırdı kurultayı,
Bey geldi, halkı geldi, selam verdi otağa
Herkes geldi oturdu, Oğuz Kağan büyük otağa.
Oğuz Kağan, kendi büyük otağında
Kırk kulaçlık bir direk, sağa dikip sağladı,
Direğin üzerine altın bir tavuk koyup,
Direğin altına da bir akkoyun bağladı,
Kırk kulaç, bir direk de, sola dikip solladı
Direğin üzerine gümüş bir tavuk koyup
Direğin altına da, kara koyun bağladı,
Sağ yanında Bozoklar, Sol yanında Üçoklar,
Oturup eğlendiler kırk gün kırk geceden çok,
Yediler hem içtiler, erip muratlarına,
Oğuz böldü yurdunu, verdi evlatlarına
Dedi: “Ey! Oğullarım,
Ne vuruşmalar gördüm, ne çok sınırlar aştım,
Ben ne kargılar ile, ne okları fırlattım,
Ne çok atla yürüdüm, ne düşmanlar ağlattım,
Nice dostlar güldürdüm,
Ben ödedim çok şükür,
Borcumu Gök Tanrı’ya
Veriyorum artık ben, sizin olsun bu yurdum.” 


İlgili Sayfalar

Yaradılış Destanı

Göç Destanı 

Yararlanılan Kaynak 

Türk Mitolojisi Cilt 1,Bahattin Ögel
Metinlerarası İlişkiler Bağlamında Oğuz Kağan Destanı’na Bir Bakış, Mehmet Emin Bars
Türk Kültür Tarihi Bakımından Oğuz Kağan Destanı ve Önemi, İbrahim Onay

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Desteğiniz bizim için önemli. Daha iyi içerikler üretebilmemiz için hem "Takip Et" butonuna tıklayarak hem de yorumlarınızla bize destek olabilirsiniz. Ayrıca sayfaya daha rahat ulaşmak için sayfamızı sık kullanılanlar klasörüne eklemeyi unutmayınız.