Tevfik Fikret etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tevfik Fikret etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Revzen-i Mahlu

İkinci Abdülhamit
Tevfik Fikret'in 1912'de İttihat ve Terakkinin, Meclisi kapatması üzerine yazdığı şiirlerden biridir.
Revzen, pencere; mahlu ise tahttan indirilmiş padişah anlamındadır (Devrik Padişahın Penceresi). Şiirde kastedilen padişah ise 1909'da tahttan indirilen II. Abdülhamit'tir.
Şiirde ihtişamlı kapı olarak nitelenen Meclistir. O Meclis bir kere daha dualarla ve hutbelerle kapatılmış, anayasa da ayaklar altına alınmıştır. Bu olaydan üç yıl önce tahttan indirilen II. Abdülhamit ise -şaire göre- tüm bu yaşananları bulunduğu yerden mağrur bir eda ve intikam dolu bir kahkaha ile karşılamaktadır.
Şair ise bu manzarayı görmeye tahammül edemez. 
Fikret‘in II. Abdülhamit‘e duyduğu nefret o denlidir ki iktidarın yaptığı yanlışlar yüzünden Devrik Sultan‘ın intikam dolu duygularla içten içe mutlu olabilme ihtimaline bile tahammül edemez.

Haluk'un Vedası

Günümüz Türkçesi

Sen tren, ben vapurda temkinli
Atılırken sen İskoç illerinin
Sisli, yağmurlu, karlı, buzlu, fakat
Çalışma ve gayret, ağırbaşlılık ve hürriyet
Dolu uygarlaşma köşesine,
Bense nazlı Boğaziçi'nin çağ dışı,
Köhne, başıboş, dünyadan habersiz, usanmış
Belki cennet kadar taze
Fakat yorgunluk ve gevşekliğe düşmüş
Bir kenarında sapmış, aldatılmış
Bir hayatın yalnızlık yatağına
Ne düşündüm bilir misin? Şu nine,
Şu cömert toprak, en sonunda... yazık,
Bunu benden mi duymalıydın!.. Zayıf
Ve bakımsız harap olup gidecek,

Mai Deniz

Sâf ü râkit... Hani akşamki tegayyür, heyecân?
Bir çocuk ruhu kadar pür-nisyân,
Bir çocuk ruhu kadar şimdi münevver, lekesiz,
Uyuyor mâî deniz.

Ben bütün bir gecelik cûşiş-i ahzânımla,
O hayâlât-ı perîşânımla
Müteşekkî, lâ’im,
Karşıdan safvet-i mahmûrunu seyretmedeyim...

Yok, bulandırmasın âlûde-i zulmet bu nazar
Rûh-i mâ’sûmunu, ey mâî deniz;
Âh, lâkin ne zarar;
Ben bu gözlerle mükedder, âciz
Sana baktıkça teselli bulurum, aldanırım,
Mâî bir göz elem-i kalbime ağlar sanırım...

Tevfik Fikret / 1899

Günümüz Türkçesi

Saf ve durgun... Hani akşamki değişim, heyecan?
Bir çocuk ruhu kadar unutkan
Bir çocuk ruhu kadar şimdi parlak, lekesiz
Uyuyor mavi deniz

Ben bütün bir gecelik hüzünlerimin coşkusuyla
O perişan hayallerimle
Şikâyetçi, kınayan
Karşıdan uykulu saflığını seyretmedeyim...

Yok, bulandırmasın karanlığa bulanmış bu bakış
Masum ruhunu ey mavi deniz
Ah, ama ne zarar;
Ben bu gözlerle kederli, aciz
Sana baktıkça teselli bulurum, aldanırım,
Mavi bir göz, kalbimin elemine ağlar sanırım…


Açıklama

Uyumakta zorlanan, perişan hayaller içinde ne yapacağını bilemeyen şair, sabah vakti "bir çocuk ruhu kadar parlak, lekesiz, uyuyan mavi denizi" seyrederken onun kendisine acıdığını zannederek bundan teselli bulur. Şair, denizde en çok özlediği şeyleri, "saflığı ve masumiyeti" bulmuştur. Mehmet Kaplan göre şiirde anneyi temsil eden "deniz", şairin ıstıraplarına katılan ve onu teselli eden bir varlık konumundadır.

İlgili Sayfa

👉 Tevfik Fikret'in Şiirleri (Günümüz Türkçesi)

Sabah Olursa

Bu memlekette bir gün sabah olursa, Haluk
Eğer bu memleketin sislenen şu nasiye-i
Mukadderatı kavi bir elin, kavi, muhyi
Bir İhtizaz-ı temâsiyle silkinip şu donuk
Şu paslı çehre-i millet biraz gülerse... — O gün
Ben ölmemiş bile olsam, hayata pek ölgün
Bir irtibatım olur şüphesiz: — O gün benden
Ümidi kes, beni kötürüm ve boş muhitimde
Merâretimle unut, çünkü leng ü pejmürde
Nazarımla seni mâziye çekmek ister, sen
Bütün hüviyyet ü uzviyyetinle âtisin;
Terennüm eyliyor el'an kulaklarımda sesin

Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler
Tulû-i haşre kadar sürmez, akıbet bu semâ
Bu mai gök size bir gün acır, melul olma
Hayata neşe güneştir, melâl içinde beşer
Çürür bizim gibi... Siz, ey fezâ-yı ferdânın
Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın!
Ufukların ebedî iştiyâkı var nura
Tenevvür... Asrımızın işte ruh-i âmâli;
Silin bulutları, silkin zilâl-i ehvâli,
Ziyâ içinde koşun bir halâs-ı meşkûra
Ümidimiz bu: ölürsek de biz, yaşar mutlak
Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak!

Günümüz Türkçesi

Bu memlekette de bir gün sabah olursa, Haluk
Eğer bu memleketin sislenen şu alın
Yazısı güçlü bir elin, güçlü, hayat veren
Bir dokunuşun titreşimiyle silkinip şu donuk,
Şu paslı yüzü milletin biraz gülerse... — O gün
Ben ölmemiş bile olsam, hayata pek cansız
Bir bağım olur şüphesiz: — O gün benden
Ümidi kes, beni kötürüm ve boş çevremde
Acılı halimle unut, çünkü aksak ve solgun
Bakışlarım seni geçmişe çekmek ister, sen
Bütün kimliğin ve bedeninle "gelecek"sin
Sesin bir şarkı mırıldanır gibi hâlâ kulaklarımda

Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler
Kıyamete dek sürmez, sonunda bu gök
Bu mavi gök size bir gün acır, üzülme
Hayata neşe güneştir, dert içinde insan
Çürür bizim gibi... Siz, ey yarının göğü,
Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın!
Ufukların ışığa sonsuz bir özlemi var
Aydınlanma... Çağımızdaki tüm işlerin özü bu
Silin bulutları, silkin korkuların gölgesini
Işık içinde koşun bir şükredilesi kurtuluşa
Ümidimiz bu: ölürsek de biz, yaşar mutlaka
Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak!

Tevfik Fikret / 21 Eylül 1905

Açıklamalar

Şiirde Fikret, doğrudan oğluna (gençliğe) seslenerek gelecekten beklentilerini ifade eder. Şiir karanlık / aydınlık tezadı üzerine kuruludur. Vatan mecazi olarak karanlıklar içindedir. Memleketin alnı sislenmiştir, milletin yüzü donuk ve paslıdır. İnsanlar hüzün içinde çürümektedir. Her gecenin bir sabahı vardır. Bu karanlık sonsuza dek sürmeyecektir. Güçlü bir el beklenmektedir, o elin dokunuşuyla bütün millet gülecektir. Bu bir gelecek düşüdür ve şiirde gelecek şairin oğlu ile sembolleştirilir. Gençlik tüm kimliği ve bedeniyle geleceğin kendisidir. Ve ümit gençliktedir. Bu karanlığı aydınlatacak olansa gençlerdir. Çare aydınlanmadadır. Aydınlanma da bilim ve teknolojiyle mümkündür. Gençlik, tüm korkularından sıyrılarak vatanı bu zindan karanlığından kurtarmalıdır.

İlgili Sayfa

Doksan Beşe Doğru Günümüz Türkçesi

Uğursuz bir devir, yine çiğnendi yeminler
Çiğnendi, yazık, milletin yüce ümidi
Kanun diye topraklara sürtüldü alınlar
Kanun diye, kanun diye, kanun tepelendi...
Boşuna sızlanmak yine, boşuna (bu) inleyişler

Eyvah! Otuz üç yıl o zehirli gözyaşlarıyla
Hüsranları, buhranları, korkuları, sıkıntıları
Beklentileri, yıkımları, barış ve zaferiyle
Çaresiz bir kabullenmeyle 
boşa akmış sel gibi 
İbret için yazsın bunu altın harflerle tarih

Ey bir rüya zamanı gibi geçmiş kara günler
Bir an çıkın o cehennemden yolculuğa tekrar
Dönsün bize geçmiş, o derin küskün bakışlar
Yazık! Otuz üç yıl, otuz üç yıl bütün sıkıntılar
Yazık! Ne ders alabildik ne de bir fikrimiz var

İnatçı tarih yazdıklarını silmez fakat
Doksan beşi aç (ki) 
gölgesi açgözlü bir tacın
Saklar telaşlı, tereddütlü, inatçı (ve)
Uğursuz bir baykuşun karanlık gece işlerini
Hâlâ o kuruntular, o hileler, o bozguncu kargaşa...

Hâlâ o gecenin devamıdır bu karanlık;
Hâlâ o cahillik, o bilmezlikten gelme ve (herkesi) cahil görme
Hâlâ vatan evlatlarına düşen bir keder yığını;
Hâlâ düşünen başları tokatlayarak sindirme
Hâlâ sırıtan dişleri (yüzsüzleri) hep 
bir lokma susturacak  

Hâlâ yan tutma, soyu sopu gözetip kayırma
Hâlâ "Bu senindir, bu benim!" ortaklığı yürürlükte
Hâlâ o öfke ezer gerçekle yurtseverliği...
Hep dünkü bayat laflar, sayıdan saygıdan arınmış;
Son nağmesi sadece: Yaşasın sevgili millet!

Millet yaşamaz, hakka hasretle solurken
Sussun diye vicdanına yumruklar inerse;
Millet yaşamaz, Meclis aşağılanırken
Aldatma ve tehdit ile titrer ve sinerse;
Millet yaşamaz, tüm millet boğulurken

Kanun diyoruz, nerde o tasarladığımız secde edilesi güç
Düşman diyoruz, nerde, dışarıda mı, (yoksa) biz miyiz?
Hürriyetimiz var diyoruz, şanlı, yüce;
Bize düşman olan kanun mu yoksa hürriyetimiz mi?
Biz ilk önce bunları yok ettik bir hamlede

Zorbalığın hastalıklı, gözü dönmüş atılışı ile 
değiştik
Özgürlüğü kişisel güce, kanunu da benlik duygusuna 
Yazık! Otuz üç yıl geri düştük ve bu korkunç
Yoldan, (bizi) şu pişmanlık dolu ve aymazlık geçitten
Geçiren (de) şüphesiz işte bu çılgınlık nöbetidir

Ey millete bir tokat gibi inen (bu) kabul edilmez darbe
Ey kanuna saygıyı tepen adaletsiz vuruş
Milletin varlığını, kanunu kutsal sayan her
Vicdan seni alçaklıkla anacak
Düşsün, zorbalık karşısında sana eğilen başlar
Kopsun seni hak diye alkışlayan eller!

Tevfik Fikret (1912)

👉 Bu şiirin orijinal hali için tıklayınız.

Not

Şiirin adında geçen "95" ile kastedilen Hicri 1295'tir. 1295 (Miladi 1878) II. Abdülhamit'in I. Meşrutiyet'e son verdiği tarihtir. Fikret, 1912'de kaleme aldığı bu şiiri İttihat ve Terakki'nin Meclisi kapatması üzerine yazmıştır. Şair, eserinde özetle umutların bir kez daha boşa çıktığını, hiçbir şeyin değişmediğini, yasaların ayaklar altına alındığını söyler. Şiirin dördüncü bendinde "açgözlü taç" ya da "uğursuz baykuş" sözleri ile kastedilen II. Abdülhamit'tir. Şair, beşinci bentte 1878 ile 1912'de yaşananları karşılaştırarak hiçbir şeyin değişmediğini ifade eder.

İlgili Sayfa

👉 
Tevfik Fikret'in Şiirleri (Günümüz Türkçesi)

Ömr-i Muhayyel (Günümüz Türkçesi)

Bir ömr-i muhayyel... Hani gülbünler içinde
Bir kuşçağızın ömr-i baharisi kadar hoş;
Bir ömr-i muhayyel… Hani göllerde, yeşil, boş
Göllerde, o safiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zail ü muğfel
Bir ömr-i muhayyel!

Yalnız ikimiz, bir de o: ma’bûde-i şi’rim;
Yalnız ikimiz, bir de onun zıll-ı cenâhı;
Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı
Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim

Her sahn-ı hakikatten uzak, herkese meçhûl;
Bir savfet-i ma’sûmenin âğûş-i terinde,
Bir leyle-i aşkın müteenni seherinde
Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul

Savtmdaki eş'ar-ı pür-aheng ile mâlî,
Şi'rimdeki elhân-ı muhabbetle nağam-saz,
Ah istiyorum, göklere âmâde-i pervâz
Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâli...

Bir ömr-i hayâli... Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsi kadar hoş;
Bir ömr-i hayâli...Hani göllerde yeşil, boş
Göllerde, o 
safiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zâil ü hâli
Bir ömr-i hayalî!

Günümüz Türkçesi

I. Bent

Bir ömr-i muhayyel... Hani gülbünler içinde
Bir kuşçağızın ömr-i baharisi kadar hoş;
Bir ömr-i muhayyel… Hani göllerde, yeşil, boş
Göllerde, o safiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zail ü muğfel
Bir ömr-i muhayyel!

Hayalî bir ömür... Hani gül fidanları içinde
Bir kuşçağızın baharlık ömrü kadar hoş;
Hayalî bir ömür... Hani göllerde; yeşil, boş
Göllerde, o kendinden geçiren saflığın içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar geçici ve aldatıcı
Hayalî bir ömür...

II. Bent

Yalnız ikimiz, bir de o: ma’bûde-i şi’rim;
Yalnız ikimiz, bir de onun zıll-ı cenâhı;
Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı
Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim

Yalnız ikimiz bir de o: şiirimin perisi
Yalnız ikimiz, bir de onun kanadının gölgesi
Kara toprağı topraktakilere bağışlayarak
Beyaz bir bulutun omzunda göklere yükselişi

III. Bent

Her sahn-ı hakikatten uzak, herkese meçhûl;
Bir savfet-i ma’sûmenin âğûş-i terinde,
Bir leyle-i aşkın müteenni seherinde
Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul

Her hakikat sahnesinden uzak, herkese meçhul;
Bir masum saflığın taze kucağında
Bir aşk gecesinin temkinli sabahında
Yalnız ikimiz hayalleri avlamakla meşgul

IV. Bent

Savtmdaki eş'ar-ı pür-aheng ile mâlî,
Şi'rimdeki elhân-ı muhabbetle nağam-saz,
Ah istiyorum, göklere âmâde-i pervâz
Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâli...

Sesindeki ahenkli şiirlerle dolu
Şiirimdeki aşk ezgileriyle şakıyan
Ah istiyorum göklere uçmaya hazır
Başıboş bir yuvada hayali bir ömür

V. Bent

Bir ömr-i hayâli... Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsi kadar hoş;
Bir ömr-i hayâli...Hani göllerde yeşil, boş
Göllerde, o 
safiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zâil ü hâli
Bir ömr-i hayalî!


Hayalî bir ömür... Hani gül fidanları içinde
Bir kuşçağızın ilkbaharı kadar hoş;
Hayalî bir ömür... Hani göllerde, yeşil, boş
Göllerde, o heyecan veren durgunluk içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar geçici ve boş
Hayalî bir ömür...

Haluk'un Bayramı Günümüz Türkçesi

Baban diyor ki: "Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
              Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin?.. Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Sıyah-ı mateme benzer terâne-i ıydı!

Çıkar o süsleri artık sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
              Biraz güzellensin
Şu rû-yı zerd-i sefalet... Evet, meserrettir
Çocukların payı; lakin senin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor... Haluk dinle!

Tevfik Fikret

Sözcükler

meserret: sevinç, şenlik
sıyah: feryat
matem: yas, ağlama
terâne: nağme, şarkı
ıyd: bayram
rû: yüz, çehre
zerd: soluk, solgun

Günümüz Türkçesi

Baban diyor ki: "Sevinç çocukların, sadece
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
          Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin?.. Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Yas feryatlarına benzer bayram şarkıları!

Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yeter;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
           Biraz güzellensin
Şu sefaletin solgun yüzü... Evet, sevinçtir
Çocukların payı; ancak senin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor... Haluk dinle!

Tevfik Fikret

İlgili Sayfa

Ağustos Böceği ile Karınca

Karıncayı tanırsınız:
Mini mini bir hayvandır.
Fakat gayet çalışkandır.
Gayet tutumludur, yalnız
Pek hodgamdır; bu bir kusur;
Hodgam olan zalim olur.
Bir gün ağustos böceği
Tembel tembel ötüp durmak
Neticesi aç kalarak
Karıncadan göreceği
Bürûdete bakmaz, gider.
Bir lokma şey rica eder.
Der ki: — Acıyınız bize.
Çoluk çocuk evde açız.
İanenize muhtacız.
Karınca bir yüreksize
Layık huşunetle sorar:
— Aç mısınız?.. Ya o kadar
Uzun güzel günler oldu:
O günlerde ne yaptınız?
Böcek inler: — Açız, açız.
Bakın benzim nasıl soldu.
O günlerde gülen, öten
Sazla sözle eğlenen ben.
Bugün bakın ne haldeyim?
Vallah açız, billah açız,
Halimize acıyınız.
Karınca eğlenir: — Beyim
Şimdi de raks edin, ne var?
"Yazın çalan kışın oynar."

Tevfik Fikret
Şermin, s. 34-35

Sözcükler

hodgam: bencil, kendini beğenmiş
bürûdet: soğukluk
iane: yardım, bağış
huşunet: kabalık, kırıcılık, sertlik
beniz: yüz
raks: dans

İlgili Sayfa

Tarih-i Kadim'e Zeyl

Tarih-i Kadim
Buyrulmuş ki:

"Şimdi Allah'a söver... Sonra, biraz bol para ver,
Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder."


— Molla Sırat'a —

Ben ki üç beş pulu tercihinden
Protestanlara zangoçluk eden 

şairim... Ziver-i kürsi-i yakin,
şair-i müçtehid-i din-i mübin,
Hazret-i Molla Sırat'a edebi
ihtiramatımı takdim ile bî-
bîtereddüt diyorum "zangoçluk"
lutf-i tasvifine şâyân olduk.
Lakin aldanma sakın üstadım
Ben de bir parça muvahhid-zâdım.
Bana anlatma o rânâ dini;
Bilirim ben de senin bildiğini.
Okudum ben de kitab-ı gaybi

Dinledim ben de hitâb-ı gaybi.
Ben de zâtın gibi cami cami
Dolaşıp Hâlık'a oldum râki.
- Şevk-i cennetle hayalim meşgul
Yüreğim havf-i cehennemle melûl -

Ben de tırmandım ulu Tuba'ya;
Ben de çıktım Mele-i Alâ'ya.
Ben de âşıktım ezan nağmesine
Bir koşardım ki, o Allah sesine
Ben de tesbih ü dua, savm ü salât
Hepsini, hepsini yaptım, heyhât!
Çünkü telkinlere aldanmıştım,
Kandığın şeylere hep kanmıştım;
Bilmeden, görmeden iman ettim
Nefsimi, dinime kurban ettim
Sevdim Allah'ı da Peygamberi de;
O alay kaldı bugün hep geride
Anladım çünkü hakikat başka
Başka yoldan varılırmış Hakka.
Saydığın hârikalar, mucizeler
Birer efsun-i zekâdır ki, beşer
bî-tevakkuf açıyor sırlarını
mucizât ehli unutmuş yarını.
Mugfel ü mugfil o İsa, Musa;
Köhne, bir kizb-i mutalsamdır asâ.
Beşerin böyle dalâletleri var
Putunu kendi yapar, kendi tapar
Ara git deyrini, gez Kabe'sini,
Dinle tekbiri, işit çan sesini,
Göreceksin ki bütün boşluktur,
Umduğun beklediğin şey yoktur;
Düzme Allah'ı gibi Şeytan'ı
Buda'sı, Ehrimen'i, Yezdân'ı
Topunun mübdii bir vehm-i cebin.
Gölgeler, gölgeler...Onlarda derin
Bir karanlık sezerek çevrildim
Acı bir darbe yiyip devrildim
Şimdi bî-kayd-ı cinân u nîran;
Süzerim fıtratı hayran hayran
ben ne mâbut ne mûbit bilirim;
Kendimi hilkate âbit bilirim;

Gökte binlerce mesâcit görürüm.
Orda vicdanımı sâcit görürüm.
Bu sücût işte benim tââtım;
Bu ibadette geçer saatım
Bu ibadette fâhur u hurrem;
Beni ben bir kayadan fark edemem.
Bir minik kuşla biriz tapmakta;
Ben de tehlil ederim, ishak da

Doğruluk, hubb-i vefâ mahviyyet,
Merhamet, hayr ü hamiyyet, nısfet;
Sonra bir şaire "zangoç" dememek...
İşte vicdanıma bunlar mahrek.

Düşünüp işlemek âyinimdir
Yaşamak dini, benim dinimdir
Müminim: Varlığa imanım var,
Her kanat bana bir melek eyler ikrâr.
Enbiyâdan yaşarım müstağni;
Bir örümcek götürür Hakka beni...
Kitabım sahn-ı tabiat kitabı,
Bendedir hayr ile şer esbâbı.
Varırım böylece ben merkade dek
ba's-i ukbâya mahal görmem pek
Taşırım kalb-i şegaf-peymâda
beşerin aşkını, âlâmını da.
Din-i hak, bence bugün din-i hayât;
Sen ne dersin buna, ey Molla Sırat?..

Tevfik Fikret


👉 Günümüz Türkçesi için tıklayınız.

👉 Tevfik Fikret'in Şiirleri (Günümüz Türkçesi) (yeni)

Sözcükler

tarih-i kadim: eski çağlar, Tevfik Fikret'in tarihe ve tüm dinlere cephe aldığı uzun şiiri.
zeyl: ek 
zangoç: kilisede hizmet eden, çan çalan kimse 
molla Sırat: Mehmet Akif Ersoy
ziver-i kürsi-i yakin: kesin bilgi kürsüsünün süsü
şair-i müçtehid-i din-i mübin: İslam'ın yorumcu şairi
ihtiramat: saygılar
bîtereddüt: tereddütsüz
lutf-i tasvif: niteleme lûtfu
şâyân olmak: uygun olmak
muvahhid-zâd: Allah'ın birliğine inanan
rânâ: güzel
kitab-ı gayb: görünmezliğin kitabı
hitâb-ı gayb: görünmezliğin sözleri
Hâlık: Yaradan
râki: karşısında eğilen, namaz kılan
şevk: istek, heves
havf: korkmak, kaygılanmak
melûl: usanmış, üzgün
Mele-i Alâ: meleklerin ileri gelenleriyle peygamberlerin ruhlarının bulunduğu yer
savm ü salât: oruç ve namaz
heyhât: yazık
hârika: olağanüstü nitelikleriyle hayranlık uyandıran şey, mucize
efsun-i zekâ: zeka büyüsü
beşer: insan
bî-tevakkuf: durmadan
mucizât ehli: mucize yapanlar
mugfel ü mugfil: aldatan ve aldanan
kizb-i mutalsam: tılsımlı yalan
dalâlet: doğru yoldan çıkma, sapma
deyr: manastır, kilise
mübdii: yaratıcısı
vehm-i cebin: korkak kuruntu
bî-kayd: kayıtsız, aldırmamak
cinân u nîran: cennet ve cehennem
mâbut: tapınılan
mûbit: din adamı
hilkat: yaratılmış şeyler, doğa
âbit: tapan, tapınan
mesâcit: mescitler, secde edilen yer
sâcit: secde eden
sücût: secde etme
fâhur u hurrem: çok övünen ve mutlu
tehlil: Kelime-i Tevhidi dile getirmek
ishak: küçük bir baykuş türü  
hubb-i vefâ mahviyyet: alçak gönüllü bağlılık
hayr ü hamiyyet: iyilik ve yurtseverlik
nasfet: insaf, haklılık
mahrek: yörünge
ikrâr: söyleme, kabul etme
enbiyâ: peygamberler
müstağni: çekingen, gerekli bulmayan
sahn-ı tabiat: doğa sahnesi
hayr ile şer: iyilik ve kötülük
esbâb: sebepler
merkad: yatacak yer, mezar
ba's-i ukbâ: öbür dünyada yeniden dirilme
mahal: yer
tuba: Cennette olduğu inanılan ağaç
Ehrimen: Zerdüştlük inancında kötülük ve karanlıkları temsil eder.
Yezdan: Allah'ın isimlerinden biri

Tarih-i Kadim'e Zeyl (Günümüz Türkçesi)

Tarih-i Kadim
Tarih-i Kadim'e Ek
— Molla Sırat'a —

Buyrulmuş ki:
"Şimdi Allah'a söver... Sonra, biraz bol para ver,
Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder."


Ben ki üç beş pulu tercih ederek
Protestanlara zangoçluk eden şairim.
Yaldızlı kürsünün üstadına,
İslam dininin bilgin şairine,
Yani Molla Sırat Hazretlerine,

Size edebî saygılarımı sunarak
Tereddütsüz diyorum:
Lütfedip bize ne güzel
Zangoçluğu yakıştırıvermiş
Lakin aldanma sakın, üstadım
Ben de bir Müslüman evladıyım
Bana anlatma o güzel dini
Bilirim ben de senin bildiğini
Ben de okudum gaipten gelen kitabı
Dinledim ben de o gaipten gelen sözleri
Ben de sizin gibi cami cami
Dolaşıp Tanrı önünde eğildim
— Hayalim, cennet arzusuyla meşguldü
Yüreğim cehennem korkusuyla üzgün
Ben de tırmandım ulu Tuba'ya;
Ben de çıktım melekler katına
Ben de âşıktım ezan nağmesine,
Bir koşardım ki o Tanrı sesine!
Ben de dua ettim, namaz kıldım, oruç tuttum
Hepsini, hepsini yaptım, heyhât!
Çünkü telkinlere aldanmıştım,
Kandığın şeylere hep kanmıştım;
Bilmeden, görmeden iman ettim
Nefsimi, dinime kurban ettim
Sevdim Tanrı'yı da Peygamberi de
Ama bunlar kaldı hep geride
Anladım çünkü hakikat başka
Başka yoldan varılırmış gerçeğe
Saydığın doğaüstü olaylar, mucizeler
Birer masal, uydurma ki bugün insan
Durmadan açıyor sırlarını
Bu masalları söyleyenler unutmuşlar geleceği
Aldatan ve aldanan o İsa ve Musa
Eski, büyülü bir yalandır o asâ
İnsanoğlunun böyle sapkınlıkları var
Putunu kendi yapar, kendi tapar
Ara git kiliseyi, gez Kabe'sini
Dinle tekbiri, işit çan sesini
Göreceksin ki bütün boşluktur,
Umduğun beklediğin şey yoktur;
Düzme Tanrı'sı gibi Şeytan'ı
Buda'sı, Ehrimen'i, Yezdan'ı
Topunun yaratıcısı korkak bir kuruntu
Gölgeler, gölgeler...Onlarda derin
Bir karanlık sezerek çevrildim
Acı bir darbe yiyip devrildim
Şimdi umurumda değil cennet ve cehennem
Süzerim yaratılmışları hayran hayran!
Ne tapınılan ne de aracı olanı bilirim
Kendimi doğaya tapar bilirim
Gökte binlerce mescit görürüm
Orada vicdanımı secde eder görürüm
Bu secde işte benim ibadetim
Bu ibadetle geçer bundan böyle vaktim
Bu ibadetle övünür ve mutlu olurum
Kendimi bir kayadan ayırt etmem
Bir minik kuşla biriz tapınmakta
Ben de Yaradanın birliğini söylerim, ishak da
Doğruluk, sevgi, vefa, alçak gönüllük
Merhamet, iyilik, yurtseverlik, insaf
Sonra bir şaire "zangoç" dememek...
İşte vicdanıma bunlar verir yön
Düşünüp yapmak benim ayinimdir
Yaşamak dini, benim dinimdir
İnanmışım: Varlığa imanım var,
Her kanat bana bir melek sesi getirir
Peygamberlere gerek duymadan yaşarım
Bir örümcek götürür beni gerçeğe
Kitabım yeryüzü kitabı,
Bendedir iyilik ve kötülüğün sebepleri
Varırım böyle mezarın kapısına dek
Yeniden dirilmeye gerek görmem pek
Taşırım coşkun yüreğimde
Hem aşkını hem sıkıntılarını insanların
Gerçek din bence bugün insan gibi yaşamaktır
Sen ne dersin buna, ey Molla Sırat?..

Tevfik Fikret


👉Şiirin orijinal hali için tıklayınız.

Sözcükler

tarih-i kadim: eski çağlar
zeyl: ek  

zangoç: kilisede hizmet eden, çan çalan kimse 
gaip (gayb): görünmeyen, beş duyu ile anlaşılamayan
tuba: Cennette olduğu inanılan ağaç
ishak: küçük bir baykuş türü
Ehrimen: Zerdüştlük inancında kötülük ve karanlıkları temsil eder.
Yezdan: Allah'ın isimlerinden biri

Şiirin Yazılma Hikayesi

Tevfik Fikret, Tarih-i Kadim (1905) şiiri ile tarihe ve tüm dinlere cephe almıştır. İnancın karşısına aklı
koyan şair, şüphelerini çekinmeden mısralara dökmüştür.
Tarih-i Kadim, birçok tepki alır. Bunlardan en sert olanı Mehmet Akif Ersoy'un söyledikleridir:

"Şimdi Allah'a söver...Sonra biraz bol para ver
Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder!"


Paraya değer vermediği herkesçe kabul edilen Fikret, Robert Kolejinde öğretmenlik yapması nedeniyle zangoç benzetmesi ile uğradığı bu hakarete bir süre sessiz kalmış daha sonra Tarih-i Kadim'e Zeyl'i yazarak din konusundaki düşüncelerine bir kere daha açıklık getirmiştir. 
Fikret'in Tarih-i Kadim'e Zeyl'de "Molla Sırat Hazretleri" ile kastettiği Sırat-ı Müstakim adlı dergide yazan Mehmet Akif Ersoy'dur. 

İlgili Sayfa

👉 Tevfik Fikret'in Şiirleri (Günümüz Türkçesi)

Hasta Çocuk

— Bugün biraz daha rahattı, çok şükür...
— Elbet,
Geçer, bu korkulacak bir şey değil.
— Fakat nevbet
Zavallı yavrucuğun hâlini harab ediyor:

Vücudu âteş içinde, dalıp dalıp gidiyor.
İlaçların da mı tesiri kalmamış acaba?
Sekiz gün oldu...
— Merak etmeyin hanım, hummâ...
— Hayır, Hudâ'ya emanet, neden merak edeyim?
Fakat kuzum, ne kadar olsa ben de vâlideyim!
Sekiz gün oldu, hararet devam edip duruyor.
Bakın, nabızları biçarenin nasıl vuruyor.
Sarardı, korkuyor insan bakınca ellerine.
— Üzülmeyin siz efendim, gelir çabuk yerine;
Çocuktur o...
— Gece pek çok sayıklıyor.
— Ne zarar!
— İlaç verir misiniz?
— İstemez...
Kadın ağlar.
Zavallı anne şu bir tek hediyye-i ömrün
Saadetiyle garik-i sürur iken daha dün,
Bugün başında nigehbân-ı pür-teessürdür.
Mezar gibi oda samt ü sükun ile pürdür.
Nedir iniltisi hâriçte bâd-ı sermânın?
Bükâsı hastaya âit midir şu bârânın?
Teesürât-ı beşerden gelir mi dehre melâl?
"Zehi tasavvur-ı bâtıl, zehî hayal-i muhâl"

— Ninem...
— Ne var güzelim?
— Kaldırın şu perdeleri;
Kefen midir nedir onlar?

Yine sudâ-ı seri
Yatakta hastayı çıldırtıyor, sayıklatıyor;
Kadın bu sözleri duydukça ağlayıp yatıyor.
Zavallı annecik ümmid ü bim içinde tebâh
Önünde gözlerinin bir yığın türâb-ı siyâh;
Görür o toprağa üftâde nûr-ı didesini,
Mezar iniltisidir zanneder boğuk sesini
Kılar yetimi için hâlikından istimdâd,
Yetimeler gibi eyler için için feryâd
Bu dul kadın bir o mahsul-i ömr için yaşıyor;
Onun kemâline ait ümitler taşıyor.

— Ninem!
— Nedir meleğim?
— Ağlıyor çocuklar, bak...
Bırak, bırak beni arsız çocuk!.. Ninem, toprak!

— Sayıklıyor yine Yarabbi sen esirge bizi;
Bağışla yavrumu, onsuz bırakma lânemizi!

Zavallı anne soluk bir likaa-yi şefkattir;
Bugün sekiz gün, o mehcûr-ı hâb ü rahattır
Yegane şevk- fuâdı yatakta bî-dermân,
Onun ümid-i halâsıyle ruhu pür-helecan
Tutup hayalini âgûş-ı iktirâbında
Gezer bütün gece etraf-ı câmehâbında
Bu kim bilir ne kadar böyle berdevâm olacak,
O yaşlı gözlerine uykular haram olacak;
Çocuk açılmayacak belki uykusundan hiç...

— Sakın hanım, bu fena hissi etmeyin terviç;
Bakın, hava ne güzel açtı, incilâ buldu;
Deminki velvele, şiddet sükûnpezir oldu
Bulur, çocuk da şifâlar, olursunuz mesrûr;
Hüda büyüktür, eder mâtemi mübeddel-i sûr...

Çocuk, o şimdi kavî bir civan fakat mâder,
Zavallı, üstüne hâlâ çocuk gibi titrer.

Tevfik Fikret

Sözcükler

âgûş-ı iktirâb: tasalı kucak
bâd-ı sermâ: kış rüzgarı
bârân: yağmur
berdevâm: sürüp giden
biçare: çaresiz
bî-dermân: dermansız
bükâ: ağlama
dehr: dünya
etraf-ı câmehâb: yatağın çevresi
garik-i sürur: sevince boğulmuş
hâlik: Yaratıcı, Tanrı
hariç: dışarı
hayal-i muhâl: olmayacak düş
hediyye-i ömrün: ömrün hediyesi
hudâ: Allah
humma: ateşli hastalık
incilâ: parlama
istimdâd: yardım isteme
kavî: güçlü, sağlam
kemâl: büyüme, olgunlaşma
lâne: yuva
likaa-yi şefkat: şefkat dolu yüz
mâder: anne
mahsul-i ömr: yaşamın ürünü
mehcûr-ı hâb: uzaklaşmış uyku
melâl: sıkıntı
mesrûr: meramına ermiş
mübeddel-i sûr: düğüne karşılık verilen
nevbet: nöbet
nigehbân-ı pür-teessür: üzüntü dolu gözcü
nûr-ı dide: pek sevgili kimse, evlat
pür: dolu
pür-helecan: kalp çarpıntısı dolu
samt ü sükun: susma ve sessizlik
sudâ-ı ser: baş ağrısı
sükûnpezir: sessizliği kabul eden
şevk- fuâd: gönül neşesi
tasavvur-ı bâtıl: boş canlandırma
tebâh: harap, bitkin
teesürât-ı beşer: insan üzüntüleri
terviç: değerini artırma, destekleme
türâb-ı siyâh: kara toprak
üftâde: düşmüş
ümmid ü bim: ümit ve korku, kararsızlık
ümid-i halâs: kurtulma umudu
valide: anne
velvele: gürültü patırtı
zehi: ne güzel

Açıklama

Tevfik Fikret'in "Hasta Çocuk" manzumesinin hikâyesi şöyledir: Yağmurlu ve rüzgârlı bir kış gününde kimsesiz bir dul kadın, evine gelen doktora hummaya tutulmuş çocuğunu gösterir. Çocuk ateşler içinde yatmaktadır. Zavallı anne de sekiz gündür rahatını ve uykusunu terk etmiş, hasta yatağının etrafında gezip durmaktadır. Annenin tek arzusu, yatakta dermansız yatan evladının tekrar ayağa kalkmasıdır. Kadının ruhu, kurtuluş ümidiyle çırpınır. Çocuk sekizinci gün bir parça iyileşirse de ara sıra gelen nöbetler çocuğun hâlini harap etmiştir. Ara ara çocuğu bir baş ağrısı tutar ve bu baş ağrısıyla çocuk sayıklamaya başlar. Çocuğun bu hâlini gören anne, bir taraftan ağlar diğer taraftan hayalinde felaket tabloları çizmeye başlar. Gözünün nuru çocuğunun ölüp toprak olduğunu, bu yükselen feryatların da aslında birer mezar iniltisi olduğunu tasavvur eder ve bu kötü felaket tablosundan sıyrılıp çıkmak için ellerini kaldırıp Allah’tan yardım ister. Çünkü kadının, çocuğundan başka kimsesi yoktur. Ömrünün tek semeresi, bu çocuk olduğu için onun ikbâlini arzular. Kadının ağıtlarla çizdiği felaket tablosu karşısında doktor kadını teskin ve teselli eder. Şiirin sonunda Fikret, çocuğun hastalıktan kurtulduğunu ve şimdi güçlü kuvvetli bir delikanlı olduğunu ama annesinin hâlâ onun üzerine titrediğini iki mısra ile anlatır.

İlgili Sayfa

👉 Tevfik Fikret'in Şiirleri (Günümüz Türkçesi)

Yararlanılan Kaynaklar

Tevfik Fikret Yaşamı, Sanatçı Kişiliği, Yapıtları; Mehmet Fuat Bengü
Hasta ve Hasta Çocuk İsimli Manzum Hikayelerin Mukayeseli Tahlili, Sinan Çitçi

İzler

Hürriyet yoluna

Yürürdüm biraz güç, biraz bî-huzur

Dikenlik, çetin, taşlı bir sâhadan;
Önüm bir yokuş, hep çakıl, hep diken;
Yürürdüm fakat ben muannid, sabur

Bu yol böyle sâiddi bir minbere;
Cevânib mehâbetli bir makbere,
Fezâsında al bir güneş mübtesimdi...

Mübeşşir adımlarla ettim mürûr
Demin muztarib geçtiğim sahadan;
Yolum aynı şey: hep çakıl, hep diken;
Yürürdüm fakat ben mübeşşir, vakur

Geçerdim basıp birtakım izlere;
Eğildim, biraz dikkat ettim yere:
O izler benim, hep benim izlerimdi

1902


Günümüz Türkçesi

Yürürdüm biraz güç, biraz huzursuz
Dikenlik, çetin, taşlı bir yoldan;
Önüm bir yokuş, hep çakıl, hep diken;
Yürürdüm fakat ben inatçı, sabırlı

Bu yol böyle kutlu bir minbere;
Her yanda ulu, büyük bir mezar,
Gökyüzünde al bir güneş tebessüm ediyordu

Müjdeli adımlarla geçtim
Demin acılar içinde geçtiğim sahadan;
Yolum aynı şey: hep çakıl, hep diken;
Yürürdüm fakat ben ümitli, ağırbaşlı

Geçerdim basıp birtakım izlere;
Eğildim, biraz dikkat ettim yere:
O izler benim, hep benim izlerimdi

İlgili Sayfa

👉 Tevfik Fikret'in Şiirleri (Günümüz Türkçesi)

Doksan Beşe Doğru

Bir devr-i şeamet: Yine çiğnendi yeminler;
çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi
Kânun diye topraklara sürtüldü cebinler,
kânun diye, kânun diye, kânun tepelendi...
Beyhûde figanlar yine, beyhûde eninler!

Eyvâh! Otuz üç yıl o zehir giryeleriyle,
hüsranları, buhranları, ehvâli, melâli,
âmâl ü devâhisi ve sulh ü seferiyle
bir sel gibi akmış, mütevekkil, mütehâli...
Yazsın bunu târih-i iber hatt-ı zeriyle!

Ey bir dem-i rüya gibi geçmiş kara günler,
bir lahza edin seyr-i cahiminizi tekrar;
dönsün bize mâzi, o derin nazra-i muğber...
Heyhât! Otuz üç yıl, otuz üç yıl bütün ekdâr;
Heyhât... Ne bir ders ne bir fikr-i mukarrer!

Silmez fakat elvâhını târih-i müânnit;
Doksan beşi aç: Gölgesi bir tâc-i harisin
saklar mütelâşi, mütereddit, mütemerrit
evza-ı şeb-engizini bir bûm-i habîsin;
Hâlâ o vesâvis, o desâyis, o mefâsit!

Hâlâ o şebin zeyl-i temâdisi bu ezlâm;
hâlâ o cehâlet, o tecâhül ve o techil;
hâlâ vatanın hissesi bir tûde-i âlâm;
hâlâ düşünen başlara hep lâtme-i tenkîl,
hâlâ sırıtan dişlere hep lokma-i in'âm!

Hâlâ tarafiyyet, hasebiyyet, nesebiyyet;
Hâlâ "Bu senindir, bu benim!" kısmeti câri;
Hâlâ gazap altında hakikatle hamiyyet...
Hep dünkü terennüm, sayıdan saygıdan âri;
Son nağmesi yalnız: "Yaşasın sevgili millet!"

Millet yaşamaz, hakka tahassürle solurken
sussun diye vicdanına yumruklar inerse;
millet yaşamaz, Meclisi müstahkar olurken
iğfâl ile tehdit ile titrer ve sinerse;
millet yaşamaz, maşer-i millet boğulurken!

Kanun diyoruz, nerde o mescûd-i muhayyel?
Düşman diyoruz, nerde bu? Hariçte mi, biz mi?
Hürriyetimiz var, diyoruz, şanlı, mübeccel;
düşman bize kanun mu, ya hürriyetimiz mi?
Bir hamlede biz bunları kahrettik en evvel

Bir hamle-i mahmum-i tegallüble değiştik
hürriyeti şahsiyete, kanunu gurura;
Heyhât! Otuz üç yıl geri düştük ve bu mühlik
yoldan şu nedâmetli ve gafletli mürûra
bî-şüphe o hummâ-yı cünûn oldu muharrik

Ey millete bir sille olan darbe-i münker;
ey hürmet-i kanunu tepen sadme-i bidat!
Milliyeti, kanunu mukaddes tanıyan her
vicdan seni lânetle, mezelletle eder yâd...

Düşsün sana -meyyal-i tahakküm- eğilen ser;
kopsun seni -bir hak diye- alkışlayan eller!..

Tevfik Fikret


Not

Şiirin adında geçen "95" ile kastedilen Hicri 1295'tir. 1295 (Miladi 1878) II. Abdülhamit'in I. Meşrutiyet'e son verdiği tarihtir. Fikret, 1912'de kaleme aldığı bu şiiri İttihat ve Terakki'nin Meclis'i kapatması üzerine yazmıştır. Şair, eserinde özetle umutların bir kez daha boşa çıktığını, hiçbir şeyin değişmediğini, yasaların ayaklar altına alındığını söyler.

İlgili Sayfa

Ferda

Bugünün Gençlerine

Ferda senin; senin bu teceddüd, bu inkılâb... 
Her şey senin değil mi zaten?.. Sen, ey şebâb,
Ey çehre-i behic-i ümid, işte makesin
Karşında: Bir semâ-yı seher, sâf ü bî-sehâb,
Agûş-ı lerzedârı açık, bekliyor... Şitâb!
Ey fecr-i hande-zâd-ı hayat, işte herkesin
Enzârı sende; sen ki hayatın ümidisin,
Alnında bir sitâre-i nev, yok, bir âfitâb,
Âfâka doğ, önünde şu mâzi-i pür-mihen
Sönsün müebbeden.

Sönsün müebbeden o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel vatanın var, şu gördüğün
Zümrüt bakışlı, inci şetaretli kızcağız
Kimdir, bilir misin? Vatanın... Şimdi saygısız
Bir göz bu nazlı çehreye — Allah esirgesin!­
Kem bir nazarla baksa tahammül eder misin?
İster misin, şu ak sakalın pâk ü muhteşem
Pişâni-i vakarına, bir kirli el demem,
Hatta yabancı bir el uzansın? Şu makberi
Râzî olur musun, taşa tutsun şu serseri?
Elbet hayır, o makber, o pişâni-i vakûr
Kudsî birer misal-i vatandır... Vatan gayûr
İnsanların omuzları üstünde yükselir.
Gençler, bütün ümid-i vatan şimdi sizdedir:
Her şey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin;
Lakin unutmayın ki zaman tünd ü mutmain
Bir hatve-i samût ile takib eder bizi
Önden koşan, fakat yine dikkatle her izi
Tamika yol bulan bu yanılmaz muâkıbin
Şermende-i itâbı kalırsak, yazık! Demin
"Ferda senin!" dedim, beni alkışladın; hayır,
Bir şey senin değil, sana ferdâ vediadır;
Her şey vediâdır sana, ey genç, unutma ki
Senden de bir hesab arar ati-i müşteki.
Mâziye şimdi sen bakıyorsun pür-intibâh,
Ati de senden eyleyecek böyle iştibah
Her uzvu girdibâd-ı havâyicle sarsılan
Bir neslin oğlusun; bunu yâd et zaman zaman
Asrın, unutma bârikalar asr-ı feyzidir:
Her yıldırımda bir gece, bir gölge devrilir
Bir ufk-ı itilâ açılır, yükselir hayat;
Yükselmeyen düşer: Ya terakki ya inhitat!


Yükselmeli, dokunmalı alnın semalara;
Doymaz beşer dedikleri kuş itilâlara...
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti. çalışmak zamânıdır!

Haluk'un Defteri'nden


Sözcükler

âfitâb: güneş 
âfâk: ufuklar
agûş: kucak
agûş-ı lerzedâr: titreyen kucak
âti-i müşteki: şikayetçi gelecek
barika: şimşek
beşer: insan
bÎ-sehâb: bulutsuz
çehre-i behic-i ümid: umudun güzel yüzü
enzâr: bakışlar
ferdâ: yarın
fecr: sabahın erken saati, tan zamanı
feyz: bolluk, bağış
gayûr: gayretli
girdibâd: kasırga
hatve: adım
havayic: ihtiyaçlar, gereksinimler
inhitat: düşme, gerileme, çökme
inkılab: değişme, devrim
iştibâh: şüphe etme
itâb: paylama, azarlama
itila: yükselme
kem: kötü
makber: mezar
makes: ayna, yansıma yeri
mazi: geçmiş
muakıp: izleyen
mutmain: emin
müebbeden: sonsuza kadar
nazar: bakış
nev: yeni
pâk: temiz
pişâni: alın
pür-intibah: uyanıklık dolu
pür-mihen: eziyetlerle dolu
râzi olmak: kabul etmek
samût: sessiz
semâ: gök  
sitâre: yıldızlar
şebâb: gençlik
şermende: utanacak iş yapan  
şetaretli: neşeli, şen 
şitâb: çabukluk, seğirtme
tahammül: katlanma 
tamik: derinleştirme, inceleme
teceddüd: yenilenme, yenilik
terakki: ilerleme
tünd: sert, katı
uzv: organ
vedia: emanet
yâd et: hatırlama

İlgili Sayfa

Ferda (Günümüz Türkçesi)

Bugünün Gençlerine

Yarın senin; senin bu yenilik, bu devrim...
Her şey senin değil mi zaten?.. Sen, ey gençlik,
Ey ümidin güzel yüzü, işte aynan
Karşında: bir sabah göğü, saf ve bulutsuz
Titreyen kucağı açık, bekliyor... Koş!
Ey hayatın gülüşten doğan tan zamanı, işte herkesin
Gözü sende; sen ki hayatın umudusun,
Alnında bir yeni yıldız, yok, bir güneş,
Ufuklara doğ, önünde şu acılarla dolu geçmiş
Sönsün sonsuza kadar

Sönsün sonsuza kadar o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel vatanın var, şu gördüğün
Zümrüt bakışlı, inci gülüşlü kızcağız
Kimdir bilir misin? Vatanın... Şimdi saygısız
Bir göz bu nazlı çehreye — Allah esirgesin!­
Kötü bir gözle baksa dayanabilir misin?
İster misin, şu ak sakalın temiz ve muhteşem
Onurlu alnına, bir kirli el demem,
Hatta yabancı bir el uzansın? Şu mezarı
Razı olur musun, taşa tutsun şu serseri?
Elbet hayır, o mezar, o onurlu alın
Kutsal birer vatan örneğidir... Vatan gayretli
İnsanların omuzları üstünde yükselir.
Gençler, vatanın bütün ümidi şimdi sizdedir:
Her şey sizin, vatan da sizin, her onur sizin;
Ama unutmayın ki zaman sert ve emin
Bir sessiz adımla izler bizi
Önden koşan, fakat yine dikkatle her izi
İncelemeye yol bulan bu yanılmaz izleyicinin
Azarıyla utanırsak yazık! Demin
"Yarın senin!" dedim, beni alkışladın, hayır,
Bir şey senin değil, sana yarın emanettir;
Her şey emanettir sana, ey genç, unutma ki
Senden de bir hesap sorar, şikayetçi gelecek
Geçmişe şimdi sen ibretle bakıyorsun
Gelecek de senden böyle kuşku duyacak
Her organı ihtiyaç kasırgasıyla sarsılan
Bir neslin oğlusun; bunu hatırla zaman zaman
Unutma, asrın şimşeklerle (aydınlanan) ilerleme çağıdır
Her yıldırımda bir gece, bir gölge devrilir
Bir yükselme ufku açılır, yükselir hayat;
Yükselmeyen düşer; ya ilerleme ya gerileme!

Yükselmeli, dokunmalı alnın semalara;
Doymaz insan dedikleri kuş yükselmeye...
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!

Haluk'un Defteri'nden


Sis

Sarmış yine âfâkını bir dud-ı muannid 
Bir zulmet-i beyzâ ki peyapey mütezâyid  
Tazyikının altında silinmiş gibi eşbâh
Bir tozlu kesâfetten ibaret bütün elvâh
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
Ey sahn-ı mezâlim... Evet. ey sahne-i garrâ.
Ey sahne-i zi-şaşaa-i hâile-pirâ!
Ey şaşaanın, kevkebenin mehdi, mezârı;
Şarkın ezeli hâkime-i câzibedârı;
Ey kanlı muhabbetleri bi-lerziş-i nefret
Perverde eden sine-i meshûf-ı sefâhet;
Ey Marmara'nın mai der-agûşu içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
Ey köhne Bizans ey koca fertût-i musahhir
Ey bin kocadan arta kalan bive-i bâkir
Hüsnünde henüz tazeliğin sihri hüveydâ.
Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşa
Hâricden uzaktan açılan gözlere süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün.
Munis fakat en kirli kadınlar gibi munis
Üstünde coşan giryelerin hepsine bi-his.
Tesis olunurken daha bir dest-i hıyanet
Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lanet!
Hep levs-i riya dalgalanır zerrelerinde,
Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde;
Hep levs-i riya, levs-i hased, levs-i teneftu
Yalnız bu...ve yalnız bunun ümmid-i tereffu
Milyonla barındırdığın ecsâd arasından
Kaç nâsiye vardır cıkacak pak ü dırahşan?

Örtün, evet, ey haile, örtün evet ey şehr,
Örtün, ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..


Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Katil kuleler, kal'alı zindanlı saraylar;
Ey dahme-i mersus-i havâtır, ulu mabed,
Ey gırrâ sütunlar ki birer div-i mukayyed,
Mazileri atilere nakletmeye memur;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kafile-i sûr;
Ey kubbeler, ey şanlı mebâni-i münacat;
Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minarât;
Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer
Te'min edebilmiş nice bin sâil-i sâbir
"Geçmişlere rahmet" diyen elvah-ı makabir;
Ey türbeler, ey her biri pür-velvele bir yâd
İkaz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
Ey ma'reke-i tıyn u gubar eski sokaklar;
Ey her açılan rahnesi bir vak'a sayıklar
Virâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirra ;
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
Temsil eden âsûde ve fersûde mesâkin;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
Gam-dide ocaklar ki merâretle somurtmuş,
Yıllarca zamandan beri tütmek ne... unutmuş;
Ey midelerin zehr-i takazâsı önünde
Her zilleti bel'eyleyen efvâh-ı kadide;
Ey fazı-ı tabiatla en âmâde ve mün'im
Bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl u âkim
Her nimeti, her fazlı, her esbab-ı rehayı
Gökten dilenen züll-i tevekkül ki... mürayi!
Ey savt-ı kilab, ey şeref-i nutk u mümtaz
İnsanda şu nankörlüğü tel'in eden âvâz;
Ey girye-i bi-fâide, ey hande-i zehrin
Ey nâtıka-i acz ü elem, nazra-i nefrin;
Ey cevf-i esatire düşen hâtıra: namus;
Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bus;
Ey hafv-ı müsellâh, ki hasârâtına râci
Öksüz, dul ağızlardaki her şekve- i tâli;
Ey şahsa masûniyet ü hürriyete makrûn
Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kanun;
Ey vâ'd-ı muhâl, ey ebedi kizb-i muhakkak.
Ey mahkemelerden mütemâdi sürülen hak;
Ey savlet-i evhâm ile bi-tâb- ı tahassüs
Vicdanlara temdid edilen gûş-ı tecessüs;
Ey bim-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;
Ey şöhret-i milliye ki mebguz u muhakkar;
Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyasi;
Ey behre-i fazl u edeb, ey çehre- i mensi;
Ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye me'luf
Eşrâf u tevâbi, koca bir unsur-ı ma'rûf;
Ey re's-i fürûbürde, ki ak pak, fakat iğrenç;
Ey tâze kadın, ey onu takibe koşan genç:
Ey mâder-i hicrânzede, ey hemser-i muğber;
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar hele sizler
Hele sizler... 

Örtün. evet ey hâile...örtün evet ey şehr;  
Örtün ve müebbed uyu. ey fâcire-i dehr!..

Tevfik Fikret

Günümüz Türkçesi için tıklayınız.

Sözcükler (şiirdeki sırasıyla)

afak: ufuklar
dûd-ı muannid: inatçı, sis
zulmet-i beyza: beyaz karanlık
peyâpey: durmaksızın
mütezâyid: artan
eşbâh: gövdeler, cisimler
kesâfet: yoğunluk
elvâh: tablolar
gavr: dip, derinlik
sütre-i muzlim: karanlık örtü
tesettür: örtünme
sahn-ı mezâlim: zulümler alanı
sahne-i garra: parlak sahne
sahne-i zi'şaaa-i hâile-pirâ: facia süsleyici görkemli sahne
kevkebe: gösteriş
mehd: beşik
hâkime-i cazibedâr: çekici kraliçe
bi-lerziş-i nefret: nefretle titremeden
perverde etmek: beslemek, büyütmek
sine-i meshuf-i sefâhet: zevk düşkünü göğüs
der-âgûş: kucak
tûde-i zinde: diri, canlı yığın
fertût-ı musahhir: büyücü kocakarı
bive-i bâkir: el değmemiş dul
hüveydâ: ortada, belli
enzâr-ı temâşâ: seyreden bakışlar
çeşman-ı kebûd: mavi gözler
girye: gözyaşı
dest-i hıyanet: hıyanet eli
bünyan: bina, yapı
zehr-âbe-i lânet: lanetin zehirli suyu
levs-i riya: ikiyüzlülüğün kiri
zerre-i safvet: temizlik zerresi
levs-i teneffu: çıkarcılığın kiri
ümmid-i tereffu: yükselme umudu
ecsâd: cesetler
nâsiye: alın
pâk ü dırahşan: temiz ve parlak
hâile: facia
facire-i dehr: ahlaksız kadın
dahme-i mersus-ı havatar: anıların sağlam mezarı
gırre: gururlu
div-i mukayyed: bağlanmış dev
âti: gelecek
mebâni-i münacât: dua, yakarma yapıları
mahmil-i ezkâr: sözleri, duaları taşıyan
minârat: minareler
sakf: çatı, dam
zıll-i siyah: siyah gölge
sâil-i sâbir: sabırlı dilenci
elvah-ı mekâbir: mezar yazıtları
pür-velvele: gürültülü
sâmit: sessiz
mareke-i tin ü gubar: toz ve çamurun savaş alanı
rahne: gedik, yıkık yer
mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ: kötülerin gecelediği pusu yeri
matem-i ber-pâ: ayakta duran yas
asûde ve fersüde mesâkin: sessiz eskimiş konutlar
mavtın: vatan
gam-dide: tasa görmüş
merâret: acılık
zehr-i tekaza: sıkıştırılan zehir
beleylemek: yutmak
efvâh-ı kadide: kurumuş ağızlar
fazl-ı tabiat: doğanın bağışı
münim: nimet veren
makrûn: kavuşmuş, erişmiş
âtıl ü akim: tembel ve verimsiz
esbâb-ı rehâ: kurtuluş nedenleri
züll ü tevekkül: kadere katlanmanın alçaklığı
savt-ı kilâb: köpeklerin sesi
şeref-i nutk: konuşma onuru
girye-i bi-faide: yararsız gözyaşı
hande-i zehrin: zehirli gülüş
nâtıka-i acz ü elem: elem ve güçsüzlük sözleri
nazra-i nefrin: lanetleyici bakış
cevf-i esatir: efsanelerin içi, oyuğu
kıble-i ikbal: yükselme kapısı
reh-i pâ-bûs: ayak, öpme yolu
havf-ı müsellah: silahlı korku
hasarat: hasarlar
râci: dönen, dönük
şekve-i tâli: talih yakınışı
masuniyyet: dokunulmazlık
va'd-i muhal: olmayacak vaat
kizb-i muhakkak: bilinen, doğrulanmış yalan
savlet-i evham: kuruntuların saldırısı
bi-tâb-ı tahassüs: duyguların bitkin olması
temdid etmek: uzatmak
gûş-ı tecessüs: meraklı kulak
bim-i tecessüs: dinlenme korkusu
gayret-i milliye: ulusal çaba
mebguz ü muhakkar: nefret edilmiş ve aşağılanmış
seyf: kılıç
behre-i fazl ü edeb: edep ve erdemin payı
çehre-i mensi: unutulmuş yüz
bâr-ı hazer: korku yükü
meluf: alışmış olan
tevâbi: tâbi olanlar
unsur-ı maruf: bilinen, ünlü parça
re's-i fürübürde: eğilmiş baş
mâder-i hicranzede. ayrılık acısına uğramış ana
hemser-i muğber: kırgın, gücenik eş


Şiirin Hikayesi

Sisin olanca yoğunluğu ile İstanbul'un üstüne çöktüğü bir şubat günüdür. Polisin evini gözaltında tuttuğu o sabah şair, bütün bir devri, bütün dertleriyle duyarak kağıda aktarır. Tevfik Fikret'in şiirlerde övülmesine alıştığımız İstanbul'a beddualar ettiği 1901 tarihli Sis, basılamaz ancak elden ele dolaşarak ezberlenir.
II. Meşrutiyetin ilanı sonrasında şair, Rücu adlı şiir ile İstanbul'a ettiği bedduaları geri alacaktır. Yahya Kemal ise “Siste Söyleniş” şiiri ile bir anlamda “Sis” şiirine cevap verecektir.