Yahya Kemal Beyatlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yahya Kemal Beyatlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Nayiler (Nesl-i Ati)

Şahabettin Süleyman
  • Nayiler, Nesl-i Âti ya da Yeni Nesil olarak tanınan edebî anlayış.
  • Nâyî, ney üfleyen kişi demektir. Bu sözcük seçilerek Mesnevi'de ney'e faklı anlamlar yükleyen Mevlana Celaleddin-i Rumi'ye gönderme yapılmıştır.
  • Selanik'te Genç Kalemler dergisiyle ortaya çıkan "Millî Edebiyat"ın etkili olmaya başladığı yıllarda görülen edebî arayışlardan biridir.
  • Nayiler, bir anlamda millî bir edebiyatın nasıl olması gerektiği konusunda yapılan tartışmaların bir sonucudur.
Yahya Kemal Etkisi
  • Nayiler'in ortaya çıkışlarında 1912'de Fransa'dan zengin bir sanat ve tarih birikimiyle dönen Yahya Kemal'in düşünceleri etkili olmuştur. 
  • Yahya Kemal fiilen gençlere önderlik etmez ancak onun "kökünü mazide arayan bir yeniliğin peşinde" olması ve savunduğu öz (saf) şiir anlayışı topluluk için rehber olacaktır.
Şahabettin Süleyman'ın Önderliği
  • 1914 yılında "Safahat-ı Şiir ve Fikir" dergisinde yayımlanan "Nayiler-Yeni Bir Gençlik Karşısında" adlı yazısıyla grubu tanıtan Şahabettin Süleyman'dır.
  • Fecriati sanatçılarından Şahabettin Süleyman, Yahya Kemal'in fikirleri ışığında millî bir edebî akım oluşturabilmeleri için genç sanatçıları yüreklendirmek istemiştir.
Ne Yapmak İstediler?
  • Millî bir edebiyat kurmak isteyen genç sanatçılar, edebiyatımızın kaynağını 13. yüzyılda, Mevlana ile Yunus Emre'nin şiirlerinde aramak istediler.
  • Bu iki mutasavvıfın şiirlerindeki samimi, lirik ve mistik üslubu örnek almaya çalıştılar.
  • Her şairin kendine has, taklit edilmeyen bir iç sesi olduğu tezine sarıldılar.
Sonuç
  • Topluluğun ömrü kısa sürmüş, eser veremeden dağılmışlardır.
  • Mizahi eleştirilere de uğrayan bu arayışla ilgili en çarpıcı eleştiri Cenap Şahabeddin'e aittir: "Gel gelelim, bu Nâyîler takma adı Bizim Yokuş'ta hemen "enayiler" olup çıkıvermişti."
Sanatçıları
  • Rübab dergisinde toplanmış olan bu genç şairler şunlardır: Halit Fahri (Ozansoy), Selahaddin Enis, Hakkı Tahsin, Orhan Seyfi, Yakup Salih, Safi Necip, Hasan Sait.
İlgili Sayfa
Yararlanılan Kaynaklar
  • Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, Kenan Akyüz
  • Fecriati'nin Edebi Faaliyetleri Çerçevesinde Rübab Mecmuasında Öne Çıkan Edebiyat Tartışmalarının Değerlendirilmesi, Ayşe Duygu Yavuz
  • Yahya Kemâl ve Geleneği Yanlış Yerde Arayan İki Edebî Topluluk: Nev-Yunânîler ve Nayîler, Mehmet Özdemir
  • Görsel Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi

Nev Yunanilik (Havza Edebiyatı)

  • Edebiyatımızda Yahya Kemal ile Yakup Kadri’nin 1912’den itibaren öncülüğünü yaptıkları akım.
  • Nev Yunanilik, Eski Yunan ve Latin kültürünün düşünce tarzı ve edebiyatının örnek alınması düşüncesidir.
  • "Akdeniz Havzası Uygarlığı" ya da "Akdeniz Medeniyeti" olarak tanımlanan bu kültürün oluşumunda Yunanlıların yanı sıra Mısırlılar, Sümerler, Hititler, Asurlular ve Fenikelilerin de katkıları vardır. Avrupa da bu kültürü temel olarak ilerlemiştir.
  • Bu noktadan yola çıkan iki sanatçı, Türk zevkini Arap ve Acem tesirlerinden uzaklaştırarak doğrudan doğruya Latin ve Yunan edebiyatına bağlamak ister.
  • Akım genel olarak bu iki sanatçının Fransızca tercümelerinden tanımaya başladıkları Eski Yunan edebiyatı karşısında duydukları heyecanın bir sonucudur.
  • Eski Yunan ve Latin kültürüne ilgi aslında büyük ölçüde Tanzimat döneminden itibaren görülür. Ancak bunun bir akım olarak yerleştirilmeye çalışılması bir ilktir.
Yahya Kemal, Yakup Kadri ile tanışmasını ve bu görüşün ortaya çıkışını şöyle anlatır:
"1912’de Balkan Savaşı'ndan önce İstanbul’a gelmiştim. Yakup’la tanıştım. O, metinden Fransız edebiyatını okumuştu, okuyordu. İkimiz de bir hülyaya kapıldık; İran’dan Yunan’a geçmek… Eski edebiyatın odağı İran’dı. Geç olmakla beraber Yunan klasiklerine dönecektik. Görüşümüz şuydu: Modern edebiyatımız gerçi Avrupa’ya dönmüştü. Fakat bu model, Fransızların son şiiri ve son nesri idi. Bu yeterli olamazdı. Bütün Avrupa’yı anlamak için ancak Yunanlılardan başlamak lazımdı. Biz coğrafyaca, kısmen de medeniyetçe Yunanlıların mirasçısıyız. Bu mirasa sahip çıkmamıza din, engel olmuştur. Bu durum 1850-1860 senelerine kadar sürmüştür. Biz, o tarihlerden bu yana hep Fransızlara tâbi olmuşuz. Bütün Fransızların ve onlarla beraber Avrupalıların kaynağı olan Yunanlılara dönmeliyiz ki tam manasıyla bir edebiyatımız olabilsin. Bundan ötürü şiir ve fikir anlayışımızı değiştirmek, onların anlayışını almak lâzımdır. Slogan olarak Eflatun’un şu sözünü almıştık: "Biz uygar toplumlar, Akdeniz etrafında bir havuzun kenarlarındaki kurbağalar gibiyiz" (Günümüz Türkçesine aktarılmıştır.)

Eserler 

  • İki sanatçı, Nev Yunanilik ile ilgili görüşlerini 1913’ten itibaren Peyam gazetesinde yazmaya başlar. Bu yazılar dışında bu akımın etkisiyle yazdıkları eserleri şöyledir:
  • Yahya Kemal: "Biblos Kadınları", "Sicilya Kızları" ve "Bergama Heykeltıraşları" şiirleri ile "Çamlar Altında Musahabe" başlıklı yazı dizisi.
  • Yakup Kadri: "Siyah Saçlı Yabancı ile Berrak Gözlü Genç Kızın Sözleri" adlı mensur şiiri ile "Bir Huysuzun Defteri" adlı denemesi.
Sonuç
  • Nev Yunanilik, bir akım olarak pek taraftar bulamaz. 
  • Ancak Eski Yunan klasiklerinin okunup anlaşılması gerektiği konusunda bir görüş birliği oluşur.
  • Özellikle Milli Mücadele'nin başlamasıyla iki sanatçının görüşlerini büyük ölçüde terk ettikleri görülür.
Cumhuriyet Sonrasındaki Etkileri

Çevriler

  • 1940'larda Batı’dan çevirilere yönelen Millî Eğitim Bakanlığı Yunan klasiklerini çevirmeye başlar. Bu alanda 80 tane eserin çevirisi yapılır.
Anadolu Hümanizm - Mavi Anadoluculuk
  • Cevat Şakir Kabaağaçlı, Sabahattin Eyüboğlu ve Azra Erhat, bu görüşü geliştirerek "Anadolu Hümanizmi" kavramını ortaya atarlar.
  • Bu üç sanatçı, Anadolu’nun tarihinin gerek Batılılarca gerekse üzerinde yaşayanlarca yeterince iyi bilinmediği kanısındadırlar. Bu nedenle birçok uygarlığın doğuşuna kaynaklık eden Anadolu’yu tanıtmak ve sevdirmek gibi bir misyonları olduğuna inanmışlardır.
İlgili Sayfa
Yararlanılan Kaynaklar
  • Türk Edebiyatında Nev-Yunanilik, Şevket Toker
  • Halikarnas Balıkçısı'nın Turgut Reis Adlı Eserinin Tarihî Roman Kavramı Çerçevesinde Değerlendirilmesi, Evren Karataş
  • Yahya Kemâl ve Geleneği Yanlış Yerde Arayan İki Edebî Topluluk: Nev-Yunânîler ve Nayîler, Mehmet Özdemir

Viranbağ

Adalardan yaza ettik de veda,    
Sızlıyor bağrımın üstündeki dağ.   
Seni hatırlıyoruz, Viranbağ!    

Gene bir sofrada şen, şakraktık,   
Gün denizlerde sönerken baktık,    
Ve çobanlar gibi dallar yaktık...    

Biz şen, onlarsa muammalıydı,    
Birinin sözleri imalıydı,    
Birinin gözleri hummalıydı!    

Acı duymuş diye aşkın tadını    
Hepimiz sevdik o solgun kadını,   
Ve o gün Rahibe koyduk adını...    

Uyuduk kırda, gezindik dağda,    
O yazın, ah o engin çağda;   
Geçti en son günü Viranbağda!


Diğer Şiirleri

Geçmiş Yaz

Rüya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,
Her anını, her rengini, her şiirini hazdan,
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan

Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtap...iri güller...ve senin en güzel aksin...
Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde!



Sözcükler

haz: hoşa giden duygulanma, hoşlanma, zevk
akis: yansıma, yankı
velhasıl: kısacası

Açıklama: Unutulmayan rüya gibi bir yazın ve aşkın şiiridir. İki dörtlükten oluşan bu lirik şiir bestelenmiştir. Şiirdeki kadın, bir hayal ürünü olmayıp şairin aşık olduğu kadınlardan biridir.

Kar Musikileri

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu

Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı,
Yüzlerce ağızdan koro halinde devamlı

Bir erganun ahengi yayılmakta derinden...
Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden

Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta

Birdenbire mesudum işitmek hevesiyle
Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle

Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık!


Yahya Kemal Beyatlı
Varşova 1927

Sözcükler

erganun: Hristiyanlıkla özdeşleşmiş bir müzik aleti.
İslav: Slav; dillerindeki yakınlık nedeniyle Rus, Leh, Sırp, Hırvat, Bulgar ve Çek halklarına verilen ortak ad.
Tanburi Cemil Bey (öl.1916): müzisyen, bestekâr.
mesut: mutlu

Yahya Kemal bu şiiri 1927’de Varşova'da elçilikte bulunduğu sırada yazmıştır. Toplam altı beyitten oluşan şiir; "Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu / Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu" mısralarıyla başlar. Şair, gurbette yaşadığı bunalımdan hatıralarının şehri İstanbul’a sığınarak kurtulmayı denemektedir.

Şiirin Hikayesi

"1927’de Varşova'da elçilikte bulunduğum bir akşam odamda çalışıyorduk. Dışarıda kar yağıyordu. Orada kar bir başladı mı, günlerce, aylarca durmadan yağar. İnsanda bin yıl sürecek bir yağış tesiri yapar. Bir kuytu manastırda, koro halinde söylenen dualar gibi gamlı bir erganun ahengi insanda ne tesir bırakırsa orada yağan karın öyle hüzünlü ve devamlı bir tesiri vardır. François isimli, ihtiyar ve kibar tavırlı hizmetçim böyle yalnız ve muzdarip gecelerimde benim Türk mûsikî plaklarıyla avunduğumu bilirdi. Bilhassa Tanburî Cemil Bey’in Hüseynî Peşrevi’ni dinlerdim. François bana yarı acıyan ve zamanla bu musikîdeki güzelliğe alıştığı için, yarı anlayan bir gözle bakardı. Musikimiz beni gurbetten alır, vatana, hatta vatanımızın muhassalası olan İstanbul'a götürürdü. O gece de öyle yaptım. Plak başlayınca içimdeki hüzün silindi, sesler beni İstanbul'a götürdü."

Diğer Şiirleri

Yararlanılan Kaynak

Elhân-ı Şitâ’dan Kar Sesi’ne Modern Türk Şiirinde "Kar", Bahtiyar Aslan

Siste Söyleniş

Birden kapandı birbiri ardınca perdeler... 
Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler? 

Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden 
Firuze nehri nerde? Bugün saklıdır, neden? 

Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri; 
Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri. 

Bir devri lânetiyle boğan şairin Sis'i. 
Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi. 

Hulyâma bir eza gibi aksetti bir daha; 
— Örtün! Müebbeden uyu! Ey şehr! -O beddua... 

Hayır bu hâl uzun süremez, sen yakındasın; 
Hâlâ dağılmayan bu sisin arkasındasın. 

Sıyrıl, beyaz karanlık içinden, parıl parıl 
Berraklığında bilme nedir hafta, ay ve yıl

Hüznün, ferahlığın bizim olsun kışın, yazın, 
Hiçbir zaman kader bizi senden ayırmasın.


Açıklama: Tevfik Fikret’in "Sis" şiirine Yahya Kemal, "Siste Söyleniş" şiiri ile yanıt vermiştir. Sis şiiri, Tevfik Fikret'in istibdat devri İstanbul'una baştan sona karamsar bir ruh haliyle lanet okuduğu şiirdir. Yahya Kemal de şiirine bir sis betimlemesi başlar. Bu kapanışta bile bir güzellik vardır ve hiçbir yerin güzelliği İstanbul’un güzelliği ile kıyaslanamaz. Şiirdeki özneye göre "Sis" şiiri "Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisidir." Şair, bu şiirdeki bedduayı anımsadıkça ıstırap duyar. İstanbul’un güzellikleri uzakta değildir. Yahya Kemal İstanbul’a seslenerek onun "bu beyaz karanlıktan sıyrılmasını", "parıl parıl parlamasını" diler. Şiir, her hali güzel olan bu şehrin bizden ayrılmamasını dileyen bir dua ile biter.

İlgili Sayfalar

Rindlerin Ölümü

Hâfız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şîraz'ı hayal ettiren âhengiyle

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.


Yahya Kemal Beyatlı 

Sözcükler:

Hâfız: 14.yüzyılda yaşamış İranlı şair.
kabir: mezar
Şiraz: İran'da bir şehir
âsûde: sessiz, dingin, sıkıntı ve üzüntülerden uzak
rind: kalender, gönül eri, dünya işlerini hoş gören
buhurdan: tütsülük, "buhur" yakılınca güzel kokulu bir duman çıkaran ağaç parçalarına verilen isimdir. "dan" eki ise Türkçede isimden isim yapan -lik ekine denk gelir.

Diğer Şiirleri

Bir Meşaledir

Rubai

Eslâf kapıldıkça güzelden güzele
Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele
Sönmez seher-i haşre kadar şiir-i kadîm
Bir meş'aledir devredilir elden ele

Yahya Kemal Beyatlı

Endülüs'te Raks

Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı
Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir
İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir

Yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri
İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri

Her rengi istemez şimdi gözümüz aldadır
İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır

Alnında halka halkadır âşufte kâkülü
Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü

Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir
İspanya varlığıyla bu akşam bu güldedir

Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...

Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli...
Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kere öpmeli...

Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,
Her kalbi dolduran zile, her sineden: "Ole"

Yahya Kemal Beyatlı


Sözcükler

raks: bir tür dans
şevk: istek, heves
Endülüs: İslam hakimiyetindeki İspanya
işve: hoş, aldatıcı tavır, naz, cilve
âşufte (aşüfte): açık saçık kadın
kâkül: alna düşen saç, perçem.
yosma: Şen, güzel, fettan kadın
Gırnata: Endülüs’te en uzun süre İslâm hâkimiyetinde kalan şehir, Granada.
meftun: tutkun, vurgun
ole: İspanyolcada "yaşa" anlamında bir ünlem

Açıklama: Şiir, 1929-32 yılları arasında Madrid'de elçilik yapan Yahya Kemal'in neşeli bir İspanyol akşamında şahit olduğu bir dansın tasviridir. Şiirde işveyle dans eden gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli bir İspanyol güzeli anlatılır. Güzel; elinde zil, omzunda şal, alnında kakül ve göğsündeki gülle İspanya’yı temsil etmektedir. Kadın; dans ederken işveyle devrilir, saçılır, örtünür. Bazen aniden durur, başını çevirir ve öldürür gibi bakar. Şair, şahit olduğu bu güzelliğe şiirinde sonunda "Ole" (İspanyolca "yaşa" anlamında bir ünlem) diyerek dahil olur.

Itrî

Büyük Itri'ye eskiler derler,
Bizim öz musikimizin piri;
O kadar halkı sevk edip yer yer,
O şafak vaktinin cihangiri,
Nice bayramların sabah erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken
Söylemiş saltanatlı Tekbir'i.

Ta Budin'den lrak'a, Mısır'a kadar,
Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hür esen rüzgar
Ses götürmüş bütün baharlardan.
O deha öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüzyıl süren hikayemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

Musikisinde bir taraftan din,
Bir taraftan bütün hayat akmış;
Her taraftan, Boğaz, o şehrâyin,
Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış
Nice seslerle, şevkimiz, zaferlerimiz.
Bize benzer o kainat akmış


Çok zaman dinledim Nevâ-Kârı
Bir terennüm ki hem geniş hem şûh:
Dağılırken Nevâ'nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.

Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini.
Bize mirâsı kaldı yirmi eser.
"Nât"ıdır en mehibi, en derini.
Vâkıâ ney, kudüm gelince dile,
Hızlanan Mevlevi semâıyle
Yedi kat arşa çıkmış "Ayin"i.

O ki bir ihtişamlı dünyaya
Ses ve tel kudretiyle hakimdi;
Adeta benziyor muammaya;
Ulemamız da bilmiyor kimdi?
O eserler bugün define midir?
Ebediyyette bir hazine midir?
Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi?

Öyle bir musıkiyi örten ölüm,
Bir teselli bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm,
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayale, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmeyen bir ummanda.

Yahya Kemal Beyatlı

Not: Itrî (1640-1711): Mevlevi şair ve bestekâr. Tam adı Buhûrîzâde Mustafa Itrî'dir. 

İlgili Sayfalar

Yahya Kemal Beyatlı (1884 - 1958)

Yahya Kemal
  • Şair, yazar, siyasetçi, diplomat.
  • Asıl adı Ahmet Agâh'tır. 
  • 2 Aralık 1884’te bugün Makedonya sınırları içerisinde bulunan Üsküp’te doğdu. 
  • Babası bir süre Üsküp Belediye Başkanlığı da yapmış olan İbrahim Naci Bey, annesi ise ünlü divan şairi Leskofçalı Galip Bey’in yeğeni Nakiye Hanım'dır.
  • İlköğrenimini Üsküp’te özel Mekteb-i Edepte tamamladı (1892-1895). Orta öğrenimine Üsküp ve Selanik'te devam etti. 
  • 1897’de annesinin veremden ölmesi Yahya Kemal’i derinden etkiledi. Babası tekrar evlendi. Ailede başlayan huzursuzluk yüzünden öğrenimini tamamlaması için İstanbul'a gönderildi (1902).
  • İstanbul’da Servetifünun şairleri ile tanışma fırsatı buldu. İrtika ve Malumat dergilerinde Agâh Kemal adıyla şiirleri çıktı. 
  • 1903’te II. Abdülhamit baskısı altındaki İstanbul’dan kaçarak Paris'e gitti. 
  • Paris'te Jön Türklerle yakınlık kursa da siyasî faaliyetlere katılmadı. 
  • Sanat çevrelerinde kendini yetiştirdi. Meaux Kolejinde bir yıl yatılı okuyarak Fransızcasını geliştirdi. Fırsat buldukça Avrupa'nın birçok şehrini gezdi. 
  • Özellikle tarih anlayışından etkileneceği Fransız tarihçi Albert Sorel’in üniversitedeki derslerini takip etti. 
  • 1912'de herhangi bir diploma sahibi olmadan ancak zengin bir sanat ve tarih birikimiyle İstanbul'a döndü. 
  • Sırasıyla Dârüşşafakada ve Medresetülvâizînde öğretmenlik yaptı. 
  • İstanbul Üniversitesinde (Darülfünun) Medeniyet Tarihi, Batı Edebiyatı Tarihi, Türk Edebiyatı Tarihi dersleri verdi (1916 - 1919). 
  • Mondros Mütarekesi'nin ardından gençleri etrafında toplayarak Dergâh adıyla bir dergi kurdu. Yakından ilgilendiği bu dergide yayımlanan tek şiiri Ses'tir. 
  • Dergah'ta yazdığı yazıları ile Milli Mücadele’ye destek verdi. 
  • 1922’de Ankara’ya gelerek Kurtuluş Savaşı kadrosuna katıldı. Mustafa Kemal Paşa'nın kuruluşuna önderlik ettiği Hakimiyet-i Milliye gazetesinin başyazarı oldu. 
  • Lozan görüşmelerinde Türk heyetinde danışman olarak bulundu. 1923'te Lozan'dan döndükten sonra TBMM’ye Urfa milletvekili olarak seçildi. 
  • 1926 ile 1932 yılları arasında Varşova, Madrit ve Lizbon’da elçilik görevlerinde bulundu. 
  • 1933 ile 1946 yılları arasında sırasıyla Yozgat, Tekirdağ ve İstanbul milletvekili olarak Mecliste görev yaptı.
  • 1947'de atandığı Pakistan Büyükelçiliğinden sonra 1949’da emekliye ayrıldı.
  • 1949 yılında “Hayal Şehir” şiiri ile İnönü Sanat Ödülü’nü aldı. 
  • Yahya Kemal Beyatlı hiç evlenmedi. Ömrünün kalan kısmını İstanbul’da Park Otelin kendisine ayrılan bir dairesinde dostları ve hayranları arasında geçirdi. 
  • Yakalandığı bir çeşit bağırsak iltihabı nedeniyle tedavi için 1957’de Paris'e gitti. Bir yıl sonra 1 Kasım 1958 Cumartesi günü Cerrahpaşa Hastanesinde hayatını kaybetti.
Sanat Anlayışı
  • Şiir ve yazılarıyla Türk edebiyatında özgün bir yere sahiptir. 
  • Milli Edebiyat Dönemi'nde başlayıp Cumhuriyet döneminde de eser veren Yahya Kemal bağımsız şairler arasında gösterilmektedir.
  • İlk dönem şiirlerinde daha çok Muallim Naci, Recaizade Mahmut Ekrem, Tevfik Fikret ve Cenab Şehabettin etkisindedir. 
  • Paris'te Fransız şiirini yakından takip eden Yahya Kemal, hayranı olduğu Servetifünun şiirini bir süre sonra tutkusuz, zevksiz, köksüz ve acemice görmeye başlar. 
  • Mallarme, Valery, Verlaine, Baudelaire, Heredia gibi Fransız şiirinin en önemli isimlerini takip eden şairin Paris yılları saf şiir arayışı ile geçer. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim şiirimizdeki saf şiir anlayışının kurucu isimleridir!
  • Divan şiiri ile Batılı şiir anlayışını başarılı bir şekilde birleştirerek Neoklasik  denilebilecek bir ekolün temsilcisi olmuştur.
  • Yahya Kemal'in rubai, gazel ve şarkı gibi divan şiiri nazım şekillerini kullanarak yazdığı şiirler Eski Şiirin Rüzgarıyla adlı eserde kitaplaşmıştır. 
  • Yahya Kemal mükemmellik peşindedir. Mükemmelliğe ulaşmak için vezne, kafiyeye ve özenle seçtiği kelimelerin oluşturacağı âhenge önem vermiştir (Parnasizm etkisi). Yahya Kemal ve Tevfik Fikret parnasizmin şiirimizdeki en önemli iki ismidir!
  • Şiirlerinde müzikal ahenge son derece önem vermiştir. Şairin bu anlayışında sembolist şair Paul Verlaine'nin "Musiki, her şeyden önce musiki" sözü etkili olmuştur.
  • Mükemmeliyete ulaşma isteği nedeniyle şiirlerini hayattayken kitap haline getirmemiştir (esersiz şair denmesinin nedeni). 
  • Yahya Kemal, bazen bir mısradaki tek bir kelime için bile aylarca hatta yıllarca beklemiştir: "Ve siyah serviler altında kalan kabrinde / Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter" gibi kusur bulunamayacak bir beyti söyledikten sonra, "siyah" kelimesine aklı takılıp onun yerine koymak üzere "serin" kelimesini buluncaya kadar şiirini bitmemiş sayması bu durum için anlatılan en ünlü örnektir.
  • Devrine göre genellikle sade, pürüzsüz, doğal ve yaşayan bir Türkçe kullanmıştır. Yahya Kemal’in şiirinde kullandığı dil "Bu dil, ağzımda anamın sütüdür." dedi­ği İstanbul Türkçesidir. 
  • Ona göre şiir düz yazıdan çok farklı bir yapıya sahiptir. Bu nedenle şiirin düzyazıya yaklaştırılmasına karşı çıkmıştır. 
  • Hece ile yazdığı “Ok” şiiri dışındaki tüm şiirlerini aruzla yazmıştır. Yahya Kemal, aruzu Türkçeye başarıyla uygulayan üç şairden biridir (diğerleri Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy)!
  • Aruzdan ve eski edebiyattan vazgeçmeyişi üzerine Ziya Gökalp'in "Harabîsin, harabâtî değilsin / Gözün mâzidedir, âtî değilsin!" şeklindeki eleştirisine cevap olarak yazdığı mısralar onun şiir anlayışını ortaya koyması açısından önemlidir: "Ne harabî ne harabâtîyim / Kökü mâzide olan âtîyim!" 
  • Paris'te geçirdiği yıllarda tarih, millet, kültür, millî bir bilince sahip olma gibi konularda onu en çok etkileyen kişi tarihçi Albert Sorel’dir. 
  • Zamanla, Sorel etkisiyle coğrafyaya bağlı bir tarih ve milliyetçilik anlayışı benimser. Araştırmaları sırasında okuduğu "Fransız toprağı, bin yılda Fransız milletini yarattı." cümlesinden etkilenerek 1071 tarihini Anadolu Türklüğü için başlangıç kabul eder. 
  • Yahya Kemal'e göre vatan soyut bir kavram değil, bir topraktır. Bu toprak, ataların mezarlarının bulunduğu, camilerin kurulduğu yerdir.
  • Şiirlerinde ele aldığı temalardan öne çıkanlar İstanbul, Osmanlı tarihindeki zaferlerin ve yenilgilerin verdiği duygular, tabiat, yaşam, aşk ve ölümdür. 
  • İstanbul'a duyduğu hayranlığı birçok şiirinde dile getiren Yahya Kemal, İstanbul şairi olarak da bilinir! (bk. Bir Başka Tepeden)
  • Tevfik Fikret'in baştan sona karamsar, kötümser, İstanbul'a ve istibdat devrine lanet okuyan ünlü Sis şiirine cevap olarak Siste Söyleniş adlı şiiri yazmıştır.
  • Şair, birçok şiirinde kahramanlık ve zarafet ile dolu Türk tarihinin çeşitli sahnelerini canlandırmıştır (bk. Akıncılar)
  • Açık Deniz” adlı şiirinde, yeni kaybedilen toprakların verdiği acı, eskinin şan ve şeref dolu zaferlerini, o günlere duyulan hasret duygusunu işler. 
  • Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri millî ve manevi duygulara hitap eden; olayı, mekânı, zamanı, şahıs kadrosu tarihi unsurlardan meydana gelen küçük bir tarihî hikâye özelliği taşır.
  • Sessiz Gemi”, “Sonbahar”, “Eylül Sonu”, “Yol Düşüncesi”, “Rindlerin Ölümü” gibi şiirlerde, ölüm temasını işler. 
  • Yahya Kemal'in şiirleri gibi nesirleri de ancak ölümünden sonra kitap olarak yayımlanmıştır.
Nev-Yunanilik ve Nayiler
  • Paris dönüşü kısa bir süre de olsa Yakup Kadri ile Nev-Yunanîlik adıyla bir akım başlatmak ister. Nev Yunanilik, Eski Yunan ve Latin kültürünün düşünce tarzı ve edebiyatının örnek alınması düşüncesidir.
  • Fecriati sanatçılarından Şahabeddin Süleyman'ın destek verdiği "Nayiler" topluluğunun ortaya çıkışında Yahya Kemal'in düşünceleri etkili olmuştur. Yahya Kemal fiilen gençlere önderlik etmez ancak onun "kökünü mazide arayan bir yeniliğin peşinde" olması ve savunduğu öz (saf) şiir anlayışı topluluk için rehber olacaktır.
Eserleri:
Şiir Kitapları:
  • Kendi Gök Kubbemiz 
  • Eski Şiirin Rüzgarıyla 
  • Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyişi 
  • Bitmemiş Şiirler 

  • Düz Yazıları:
  • Aziz İstanbul: İstanbul hakkında çeşitli tarihlerde çıkan yazılarıdır.
  • Eğil Dağlar: Milli Mücadele yıllarında gazete ve dergilerde yazdığı yazılardan meydana gelmiştir.
  • Siyasi Hikayeler
  • Siyasi ve Edebi Portreler
  • Edebiyata Dair
  • Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebî Hatıralarım
  • Tarih Musahabeleri
  • Mektuplar – Makaleler
Şiirlerinden...
Not: Bu sayfanın hazırlanmasında yararlanılan kaynaklar için kaynakça sayfamıza bakabilirsiniz.

Eylül Sonu

Günler kısaldı, Kanlıca'nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.

Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...

İçtik bu nadir içkiyi yıllarca kanmadık...
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!

Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılığın ızdırabı zor

Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sahile,
Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile



Açıklama: Şairin gözü Kanlıca'da bir bir geçen sonbaharları hatırlayan ihtiyarlara takılır. Şiire göre İstanbul'un bir semtini sevmek için bile ömrümüz kısadır. Şaire göre ölüm bir kaderdir. Ancak kaçınılmaz sonla eş değer olan şey vatandan ayrılıştır. İşte asıl zor olan budur.

İlgili Sayfalar

Rindlerin Akşamı

Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç

Cihana bir daha gelmek hayâl edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince

Ya şevk içinde harab ol ya aşk içinde gönül
Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yahut gül


Sessiz Gemi

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.


Sözcükler

demir almak: yola çıkmak, gitmeye hazırlanmak (mec.)
meçhul: bilinmeyen
biçare: çaresiz
hicran: bir yerden ya da bir kimseden ayrılma, ayrılık
matem: yas
nafile: boşuna, boş yere, yararsız

Notlar:

Şiirde "yaygın istiare" kullanılmıştır. Yaygın istiare, İstiarenin şiirin tamamına yayılmış olan biçimidir. Yaygın istiare benzetmenin temel ögelerinden (benzeyen, kendisine benzetilen) birisi ile ve birden çok benzerlik sıralanarak yapılır. Şiirde "ölüm" sözcüğü hiç geçmemiş, bunun yerine ölümü hatırlatan sözcüklerden yararlanılmıştır. Şiirde "Sessiz Gemi" ile kastedilen ruhun gidişidir. Şiirin tamamında "ruh" bir gemiye, "ölüm" de seyahate benzetilmektedir.
Vezin: mef û lü / me fâ î lü / me fâ î lü / fe û lün
Kafiye: Mesnevi tipi uyak (aa, bb, cc, dd, ee, ff)

Süleymaniye'de Bayram Sabahı

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garip âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.

Ordu-milletlerin en çok dövüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kutsi tepeyi;
Taşımış harcını gazileri, serdariyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimariyle.
Hür ve engin vatanın hem gece hem gündüzüne,
Uhrevi bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Ta ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları...
Bir neferdir bu zafer mabedinin mimarı.

Ulu mabet! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyada görüp özlediğim
Cetlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan tekbiri
Ne kadar saf idi siması bu mümin neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.

Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı? Hisardan mı? Kavaklardan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Beyazid'den, Van'dan,
Aynı top sesleri bir bir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova’dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul’dan..
Anıyor her biri bir vakayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus’ tan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?

Ulu mabette karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Tanrı'ya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.


Yahya Kemal Beyatlı

Açıklama: Klasik Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan Süleymaniye Camisi, Osmanlının en muhteşem eserlerinden biridir. Cami, 1551-1558 yılları arasında Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilmiştir. Şairin amacı bu mekândan yola çıkarak okuyucusuna Osmanlının bir zamanlar üç kıtaya yayılan hükümranlığını aktarmaktır.

Sözcükler

mehabet: büyüklük, yücelik, ululuk
sükûnet: durgunluk, dinginlik, sessizlik
mabet: tapınak
kutsi: kutsal
serdar: başkomutan
uhrevi: ahiretle ilgili
ezeli: öncesiz
rahmet: bağışlama, merhamet etme
vâris: mirasçı
mağrur: gururlu
hendese: geometri
abide: anıt
kubbe: yarım küre biçiminde olan ve yapıyı örten dam
cumhur: halk, topluluk
cet: ata
mağfiret: bağışlama
tekbir: Allahuekber sözü ile başlayan dua.
velvele: gürültü ve heyecan
tuğ: hükümranlık sembolü, sancağın tepesine takılan ay kuyruğu
esvap: giysi
vecd (vect): sevgi ve heyecandan doğan coşkunluk
nefer: er
bani: kurucu
ulvi: yüce
merhale: basamak, derece, aşama
pâre: tane, adet
seher: sabahın güneş doğmadan önceki zamanı
ervah: ruhlar

Bir Başka Tepeden

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtına kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan



Sözcükler

aziz: sevgide üstün tutulan
revnak: parlaklık, güzellik, tazelik, süs.
efsun: sihir, büyü.
efsunlu: büyülü.

Açıklama: Bir İstanbul hayranı olan sanatçı, eserlerinde İstanbul’a duyduğu sevgi ve hayranlığı birçok kez dile getirmiştir. İstanbul’u adım adım gezip dolaşan şair, hayranlık dolu izlenimlerini hem Aziz İstanbul adlı nesir kitabında hem de şiirlerinde anlatmıştır. Geçmişin gizemli izlerini taşıyan bu şehir, her tepeden ayrı bir güzelliktedir. Bir semtine bir ömür vermeye hazır olan şair, dünyada birçok güzel şehir olsa da hiçbirinin onun kadar büyülü bir güzelliğe sahip olmadığını düşünür.

Açık Deniz

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum; 
Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.
Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları, hülyam içinde lâl,
Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,
Duydum, akıncı cetlerimin ihtirasını,
Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu,
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...
Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,
Rüyama girdi her gece bir fatihane zan.
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular,
Mahzun hudutların ötesinden akan sular,
Gönlümde hep o zanla beraber çağıldadı,
Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!
Bir gün dedim ki "istemem artık ne yer ne yâr!"
Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar;
Gittim o son diyara ki serhaddidir yerin,
Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!


Garbın ucunda, son kıyıdan en gürültülü
Bir med zamanı, gökyüzü kurşunla örtülü,
Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;
Gördüm güzel vücudunu zümrütleyen deri
Keskin bir ürperişle kımıldandı anbean;
Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.
Sonsuz ufuktan ah o ne coşkun gelişti o!
Birden nasıl toparlanarak kükremişti o!
Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara,
Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara!
Yalnız o kalmış ortada, asi ve bağrı hûn,
Bin mağara ağzı açmış, ulurken uzun uzun,
Sezdim bir aşina gibi, heybetli hüznünü!


Ruhunla karşı karşıya kaldım o med günü,
Şekvanı dinledim, ezelî muztarip deniz!
Duydum ki ruhumuzla bu gurbette sendeniz.
Dindirmez anladım bunu hiçbir güzel kıyı;
Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.


Yahya Kemal Beyatlı

Açıklama: Osmanlının son zamanlarına şahitlik eden şairin şiirine başlık olarak seçtiği "Açık Deniz" ecdadımızın tarih içinde hudutları aşmaya duyduğu tutkunun bir ifadesidir. Şiir ise sınırların ötesinde kalan vatan topraklarının dinmeyen feryadıdır. Ecdadın üç kıta üzerinde fethettiği toprakların birer birer elden çıkması şairi derin bir hüzne düşürmüştür. 
Şiirde geçen İngiliz şairi Byron (1788–1824), İngiltere tarihinin en ihtişamlı devresinde yaşamasına rağmen, Ortaçağ Cermenliğine derinden bir özleyiş duyarak şiirlerinde bunu dile getirmiştir. Bu şiirde Yahya Kemal de benzer bir özlemi dile getirmiştir.
Beyitler halinde düzenlenen şiir; "aa, bb, cc, dd..." gibi mesnevi tip uyak örgüsüne sahiptir.
Şiirin vezni: mef û lü / fâ i lâ tü / me fâ î lü / fâ i lün

Sözcükler

lahza: an
Byron (Lord Byron): İngiliz şair
bedbaht: mutsuz, talihsiz
melal: üzüntü, hüzün, dert
hülya: tatlı düş, hayal
lâl: dili tutulmuş
Rakofça: Üsküp'te bir yer
cet: ata
ihtiras: aşırı, güçlü istek, tutku
şimal: kuzey
fatihane: fatih gibi, fatihe benzercesine
hicret: göç
bakıyye (bakiye): arta kalan, geri kalan şey
hicran: ayrılık, ayrılığın neden olduğu acı
mahzun: üzgün
serhat (serhad): sınır boyu
garp: batı
med (met): kabarma
anbean: her an, ara sıra
hûn (hun): kan
aşina: tanıdık, bilinen
şekvan: yakınma, şikayet
ezeli: öncesi olmayan
muztarip (muzdarip): acı çeken

Akıncılar

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik

Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi "İlerle!"
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle

Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan

Bir gün yine doludizgin atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla

Cennette bugün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik