Nida (Seslenme)

  • Seslenme sanatıdır.
  • Nida, söze coşku katmak için şiirde seslenme ifade eden sözler kullanmaktır.
  • "Â, ey, ey, yâ, hey, behey, eyvâh, âmîn!" gibi ünlem ya da ünlem gibi tonlanan sözcükler ile yapılır.
  • Ancak ünlem bildiren sözcük olmadan da nida sanatı yapılabilir. Şiddetli duyguları, heyecanları coşkun bir seslenişle anlatmak da nida (seslenme) kabul edilir.
  • Divan şiirinde kimi zaman mahlasların sonuna getirilen "â" lar da nida kabul edilir: Bakiyâ (Ey Baki), Nedimâ (Ey Nedim), sakiyâ (Ey saki) gibi.
Örnekler
Bir elinde gül bir elde câm geldin sâkiyâ
Hangisini alsam gülü yahut ki câmı ya seni
Eyvah!.. Beş on kâfirin imanına kandık
Bir uykuya daldık ki cehennemde uyandık!  
İnanın bana ey insanlar
Çıkmam bir daha sokaklara 
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak bir devrin battığı yerdir.  
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın.  
Merhaba, duvarıma vuran ışık
Kaşığımdaki çorba, merhaba!
Merhaba, uğuldayan orman! 
Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam! 
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram…
Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar
Uyan ey yâreli şîr-i jiyân bu hâb-ı gafletten
Gelişin gözüm üstüne
Hoş geldin canım merhaba
Azizim ruh-ı revanım
Şirin cananım merhaba
İlgili Sayfalar 

 Konu Anlatımı İndir 👇

 

Tekrir (Tekrarlama)

  • Şiirde anlamı kuvvetlendirmek için bazı sözcük ya da sözcük gruplarının tekrarlanmasıdır.
  • Şairlerin en çok kullandığı sanatlardan biridir.
Örnekler:
Hubb-ı câh ile devasız derde düştün Vecdiyâ
Derde derman ide ol kim dertlere derman virür
Bu râhdan etmek olmaz ikrâh
Hoş râh durur sana giden râh
Hal kafir zülf kafir çeşm kafir el-aman
Serbeser iklim-i hüsnün kafiristan oldu hep
Beni bende deme bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri


Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Gül geldi gülerek, gülleri güldürdü o gül
Gül güler miydi güle, gelmese gülzâre o gül


Gül gül dedi bülbül güle; gül gülmedi gitti,
Bülbül güle gül bülbüle yâr olmadı gitti.

Dedim: On beş nedir, dedi: yaşımdır
Dedim: Kalem nedir, dedi kaşımdır
Dedim: İnci nedir, dedi: dişimdir.
Dedim daha var mı söyledi yok yok


Büyüksün ilahi büyüksün büyük
Büyüklük yanında kalır pek küçük

Kimsesizim kimsem yoktur herkesin var kimsesi
Kimsesiz kaldım medet kıl kimsesizler kimsesi


Kapalı Çarşı içinde kapalı rüya çarşıları
Kapalı Çarşı içinde öfke ve af çarşıları

Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince
Öpüşten yumuşak yağan bu yağmur
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince
Aynalar yüzümüzü tanımaz olur 


Ey varlığı varı var eden var
Yok yok sana yok demek ne düşvâr (düşvâr: zor)
Çal sevdiceğim, çal güzelim, çal meleğim, çal
Sen bana
Sen desen de demesen de olur.
Ama ben sana sen diyeceğim.
Düşün dur
İlgili Sayfalar 

Konu Anlatımı İndir 👇

 

İstifham (Soru Sorma)

  • Sözü, anlamı güçlendirmek için yanıt beklemeksizin soru soruyormuş gibi kullanma sanatıdır. 
  • Duyguların soru şeklinde ifade edilmesi sözün etkisini artırdığı için edebiyatta hatta günlük hayatta sıkça kullanılan bir sanattır.
Örnekler:
Sana kimisi cânım kimi cânânım deyu söyler
Nesin sen doğru söyle cân mısın cânân mısın kâfir?


Nerde olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova
Sen misin, yoksa hayâlin mi, vefasız Kosova

Hani o bırakıp giderken beni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın?


Alnına koyarken veda bûsemi
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın?

Benim de mi düşüncelerim olacaktı
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?


Olur mu dünyaya indirsem kepenk
Gözyaşı döksem Nuh Tufanı’na denk?

Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi?
İlgili Sayfalar 
Konu Anlatımı İndir 👇

Tenasüp (Uygunluk)

  • Anlam bakımından aralarında ilgi bulunan iki veya daha fazla sözcük, terim veya deyimi bir arada kullanma sanatıdır. 
  • Karşıt (tezat) anlamlı sözcüklerin bir arada kullanılması tenasüp değildir.
  • Leffüneşr, içinde söz simetrisi bulunan bir tenasüptür. Leffüneşrde ilk dizede en az iki kavram sayılıp ikinci dizede bunlarla ilgili sözcükler sıralanır.
Örnekler: 
Her sabah başka bahar olsa da ben uslandım
Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım
 
Samsun’un evleri denize bakar
Sokaklar yosun içinde
Çapalar, takalar, mavnalar
Bilyeler gibi suyun yüzünde
Bir iner bir kalkar
 
Gün bitti ağaçta neşe söndü
Yaprak ateş oldu kuş da yakut
Yaprakla kuşun parıltısından
Havuzun suyu erguvana döndü
 
Aramazdık gece mehtâbı yüzün parlarken
Bir uzak yıldıza benzerdi güneş sen varken
 
Mest oluptur çeşm ü ebrûnun hayâlinde imam 
Okumaz mihrâpta bir harf-i Kur’ân’ı dürüst
 
Açıklaması: İmamın mihrapta sevgilinin kaşı ve gözünün hayaliyle kendinden geçtiği için âyetleri doğru okuyamayacak duruma geldiği nükteli bir şekilde anlatılmıştır.

Selamet ister isen çıkma bahr-i âşktan ey dil
Ki mevc sille-hor-ı redd olur kenare gelince
(bahr: deniz, mevc: dalga)
 
Açıklaması: Ey gönül! Esenlik içinde olmak istersen aşk denizinden çıkma. Çünkü dalga kıyıya gelince red tokadını yer.)

Lâleyi,sümbülü gülü hâr almış
Zevk u şevk ehlini âh u zâr almış.
(hâr: diken)

Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabib 
Kılma dermân kim helâkim zehri dermandadır
Siz bir ülkeden ötekine,
Gümrük, denetim, vize;
Biz de öyleyiz burda
Evden tarlaya köyden yaylaya
Asker, panzer, çevirme!..

Leffüneşir (Söz Simetrisi)

  • Birden fazla kavramı söyledikten sonra bunların her birine ait özellikleri söyleme sanatıdır. İlk dizede en az iki şey söyleyip sonra onların her biriyle ilgili sözcükler kullanılarak yapılır.
  • Leffüneşir, içinde söz simetrisi bulunan bir tenasüptür.
  • Leffüneşirde kullanılan unsurlardan hangisinin hangisiyle ilişkili olduğu belirtilmez; bunu belirlemek okuyucu ya da dinleyiciye bırakılır.
  • Leffüneşir, söylenen sözcüklerin sıralanmasına göre düzenli leffüneşir ve düzensiz leffüneşir olmak üzere ikiye ayrılır.
Düzenli Leffüneşir
  • İlk sırada söylenen sözcük ya da hükümlerle bunların karşılığı olan unsurlar aynı sırayla verilir:
örn.1
Ben bir ak güvercinim savaş ve barışa karşıyım
Bir elimde mızrak, bir elimde zeytin dalı
(savaş-mızrak / barış-zeytin dalı)
örn.2 
Yanağın u dudağın u teninle sûretin olmuş
Biri rengîn, biri şîrîn, biri nazik, biri rânâ
(yanak-renk, dudak-şirin, ten-nazik, suret-rânâ) 

Açıklaması: Yanağın, dudağın ve teninle yüzün; biri renkli, biri tatlı, biri nazik, biri güzel olmuş.

örn.3 
Gönlümde ateştin , gözümde yaştın
Ne diye tutuştun ne diye taştın
(ateş - tutuşmak; gözyaşı - taşmak) 
örn.4 
Sakın bir söz söyleme... Yüzüme bakma sakın
Sesini duyan olur, sana göz koyan olur
(söylemek - duymak; bakmak - göz)
örn.5

Bir lebi gonca yüzi gülzâr dirsen işte sen
Hâr-ı gamda andelîb-i zâr dirsen işte ben


[gonca - hâr (diken); gülzâr (gül bahçesi), andelib (bülbül)]
Düzensiz Leffüneşir
  • İlk sırada söylenen sözcük ya da hükümlerle bunların karşılığı olan unsurlar belli bir düzen içinde verilmez.
Deli eder insanı bu deniz bu gökyüzü 
Göz kırpar yıldızlar, türkü söyler balıklar
İlgili Sayfalar
Konu Anlatımı İndir 👇

Tecahülüarif (Bilmezlikten Gelme)

  • Arif, "bilen"; tecahül "bilmez gibi görünme" demektir. Tecahülüarif ise bilenin bilmezlikten gelmesi anlamına gelir.
  • Bilinen bir gerçeği bilmez görünerek anlatma sanatıdır. Bu sanatta şair maksatlı olarak bilinen bir şeyi bilmezlikten gelir.
  • Tecahülüarif ne hiç bilmemek ne de bildiğini tamamen gizlemektir. Aksine bildiğini dolaylı yollardan anlatmaktır.
  • Tecahülüarif genellikle istifhâm yolu ile yapılır.
Örnekler:
Sözü yazdım da kalmış öbür entaride
Vaadiniz bûse mi vuslat mı unuttum ne idi? 
(bûse: öpücük, vuslat: kavuşma)
Arzu dolu yaşamak dolu
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan?
Yılın ilk karı yağdı
İyice kısaldı günler
Ölülerimiz üşür mü ki? 
 
(Son dizede şair ölülerin üşümediklerini bildiği halde, sorudan yararlanarak bu durumu bilmezlikten gelmektedir.)
Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbânın olam var mı benim bunda günâhım
(Göz gördü, gönül sevdi seni ey ay yüzlüm. Senin kurbanın olayım, bunda benim bir günahım var mı?)
Ey şuh Nedima ile bir seyrin işittik
Tenhaca varıp Göksu'ya işret var içinde
    (Ey güzel senin Nedim ile bir gezintini işittik. Tenha bir vakitte Göksu’ya gidip, içip, eğlenmek var içinde.) 
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz 
Zülf-i dilber gibi ey Zâtî perişansın yine
Cevri bî-had yoksa bir yâr-ı perişanın mı var?
(Zâtî)
(zülf-ü dilber: sevgilinin saçı, cevr: sıkıntı, zulüm; bî-had: sınırsız) (Şair içinde bulunduğu duruma sevgilisinin neden olduğunu bildiği halde bilmezlikten geliyor)
İlgili Sayfalar
Konu Anlatımı İndir 👇


Mübalağa (Abartma)

  • Edebiyatta bir sözün etkisini artırmak için bir şeyi olduğundan az veya çok gösterme ya da olmayacak biçimde anlatma sanatıdır.
  • Mübalağa daha çok medhiye (övgü), fahriye (övünme) ve hicivlerde (yergi) kullanılır.
  • 17.yüzyılın ünlü kaside şairi Nefi, hem överken hem de övünürken mübalağa sanatından sık sık yararlanmıştır. 
  • Aşağıda Nefi'nin 4.Murat'ın ünlü atı Bad-ı Saba'ya yazdığı rahşiyeden bir beyit alınmıştır:
Ne sabâ sâ’ika dersem yaraşur sür’atde
Ki seğirdirken ana sayesi olmaz hem-pâ
(Rüzgâr ne ki yıldırım dersem yaraşır süratine ki koşarken ona gölgesi bile ayak uyduramaz.)
Örnekler
Yüz elli gram oğlu olmuş
Adını da gürbüz koymuş
Alem sele gitti gözüm yaşımdan

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda (şüheda: şehitler)

Bir ah çeksem dağı taşı eritir
Gözüm yaşı değirmeni yürütür

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdat inerek öpse o pâk alnı değer


Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla

Merkez-i hâke atsalar da bizi
Küre-i arzı patlatır çıkarız
(hâk: toprak, küre-i arz: yerküre)
 
Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder
Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni

Açıklama: Narin sevgilim! Gül desenli ipek kumaştan elbise giydin ama, korkarım ipekli kumaşın gülündeki dikenin gölgesi seni incitir.
Deryaları kan, taşları bitmez kemik olsa,
Bir son nefesin aynı olup bitse nesîmi
Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta,
Çekmez kürenin sırtı o tabût-ı cesîmi.
 
(nesîm: hafif rüzgar, farz-ı muhal: tut ki, cesîm: büyük)
İlgili Sayfalar
Konu Anlatımı İndir 👇


Hüsnütalil (Hayali Nedene Bağlama)

  • Bir şeyin meydana gelişi için "şairane bir sebep" söyleme.
  • Şiirde anlatıma güzellik vermek amacıyla bir olayın oluşma nedenini gerçek olmayan bir nedene bağlama sanatıdır. 
  • Bu sanatın oluşması için iki önemli nokta vardır: 1. Bilinen nedenin inkar edilmesi 2. Bilinen neden yerine yakıştırılan nedenin gerçek olmaması.
  • Şairane neden, "güzel ve estetik olmalıdır. Burada güzellikten kasıt, hayalî nedenin değil söylemin güzel olmasıdır.
  • Hüsnütalil sanatını, tecahülüarif (bilmezlikten gelme) sanatına benzetmek mümkündür. Ancak tecahülüarifte, şair gerçek nedeni inkar etmez sadece inkar etmiş gibi görünür. Oysa hüsnütalilde, gerçek neden yerine şairce keşfedilen hayalî bir neden söylenir.
Örnekler: 
Ey sevgili sen bu ilden gideli
Yaprak döktü ağaçlar, coştu gökyüzü  
Güzel şeyler düşünelim diye
Yemyeşil oluvermiş ağaçlar  
Yeni bir ülkede yem vermek için atlarına
Nice bin atlı kapıldı fetih rüzgarına 
Almış aydınlığı günler yüzünden,
Geceler saçından, siyah olmayı
Renk aldı özge ateşimizden şarab u gül
Peymane söylesün bunu gülzâr söylesin
(peymane: kadeh, gülzâr: gül bahçesi)
(Şaire göre şarap ile gül renklerini sevgilisiyle kendisinin ateşinden almıştır. Dizelerde hüsnütalil dışında kadeh ve gül bahçesine insana ait özellikler yüklenerek teşhis de yapılmıştır.)
Sen gittin yaslara büründü cihan
Soluyor dallarda gül dertli dertli
(Güllerin solması ile havanın kararmasını hayali bir neden olarak sevgilinin gidişine bağlamıştır. Hüsnütalil dışında gülün dertli olması da teşhise örnektir. )
Seni seyr etmek için reh-güzer-i gülşende
İki cânibde durur serv-i hırâman saf saf
 
(Nazla salınan serviler, gül bahçesinin yolunda seni seyretmek için iki yanda saf saf durur.) 
Hurşide baksa gözleri halkın dola gelir
Zira görünce hatıra ol mehlikâ gelir
(hurşid: güneş) 
(İnsan belli bir süre güneşe bakarsa gözleri yaşarır (gerçek neden). Baki'nin Kanuni Sultan Süleyman için yazdığı mersiyeden alınan bu beyitte ise şair, güneşe bakan bir kişinin güneşe benzeyen Kanuni'yi (mehlika) hatırlayıp hüzünleneceğini ifade etmiştir ki bu da hayali nedendir.)
İlgili Sayfalar
Konu Anlatımı İndir 👇

Nurullah Ataç (1898-1957)

Nurullah Ataç
  • Eleştirmen, çevirmen, denemeci, öğretmen.
  • 1898'de İstanbul'da doğdu.
  • Asıl adı Ali Nurullah'tır.
  • Hammer'in Osmanlı Tarihini Türkçeye çevirmesiyle tanınan Mehmet Ata Bey’in oğludur. 
  • İlkokuldan sonra dört yıl Galatasaray Lisesinde okudu. Öğrenimini tamamlamak ve Fransızca öğrenmek için İsviçre’ye gitti. Babasının ölümünün ardından 1919’da Türkiye’ye döndü.
  • Türkiye’ye döndükten sonra değişik görev ve memurluklarda bulunan yazar uzun yıllar çeşitli okullarda Fransızca öğretmeni olarak çalıştı.
  • İlk yazıları Dergah'ta çıkan Ataç'ın çeşitli dergi ve gazetelerde birçok deneme ve eleştirisi yayımlandı.
  • Çeşitli idari görevlerde de çalışan yazarın son resmi görevi Cumhurbaşkanlığı çevirmenliğidir.
  • 17 Mayıs 1957'de İstanbul'da öldü.
Sanat Anlayışı
  • Cumhuriyet dönemindeki deneme ve eleştiri türlerinin en önemli ismidir.
  • Denemenin bir tür olarak kabul edilmesi ve gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
  • 1940'lardan başlayarak öldüğü tarihe kadar Türk edebiyatının en etkili eleştirmeni olan yazar bu alanda otorite olarak kabul edildi.
  • Günlük türünde de eser veren yazar, yazılarını "Günce" üst başlığı altında yayımlar. Günce adıyla kitaplaşan bu yazılar günlük türünün gelişmesi açısından önemlidir.
  • Yaşadığı dönemde öz Türkçeyi savundu. Halk tarafından benimsenmiş olsa dahi yabancı dillerden gelen sözcüklerin dilimizden atılması gerektiğini düşündü.
  • Yeni Türkçe sözcükler türetmiş, dilde sadeleştirme ve özleştirme hareketinin en ateşli savunucusu olmuştur.
  • Sağlam bir üslubu vardır. 
  • Konuşur gibi yazmış, çokça devrik cümle kullanmıştır.
  • Cumhuriyet sonrası edebiyatımızda yol gösterici bir görev üstlenmiştir.
  • Orhan Veli'nin ve Garip Akımının en büyük destekçisi Ataç olmuştur. 
Orhan Veli için şöyle diyordu Nurullah Ataç: "Eleştirmeci de, herhangi bir kimse de ancak gerçekten değeri olan bir şiiri, bir eseri sevdirebilir, bütün yapabileceği şey o şiir, o eser üzerine dikkati çekmektir. Orhan Veli iyi bir şairdi, ben övdüğüm için değil, gerçekten bir değeri olduğu için iyi bir şairdi."
  • Hayattayken yayımlanan son yazısından bir bölüm: 
“11 Mayıs Cumartesi. Sayrılar evine düştüm. Bu kez önemliye benziyor. Öldürür mü, öldürmez mi orasını bilemem ya. İstanbul'a gidecektim, sağınlar bırakmıyor. Bir süre yazı yazamayacağım. Ben de yazamayacağım, Kavafoğlu da yazamayacak. Ayrılamaz benim yanımdan. Kim bilir? Ola ki son yazdığım çizeklerdir bunlar. Öyleyse ne yapalım? Bunca yıl yaşadım, yeter bana.”
(sayrılar evi: hastane, sağın: doktor, çizek: satır)
Eserleri
  • Deneme ve Eleştiri: Günlerin Getirdiği, Karalama Defteri, Sözden Söze, Ararken, Diyelim, Söz Arasında, Okuruma Mektuplar, Prospero ile Caliban, Söyleşiler / Dil Üzerine, Söyleşiler.
  • Günlük: Günce 1,2
Cumhuriyet Kuşağının Not Karnesi, Nurullah Ataç
Dilci kimliğinin yanında, eleştirmeci kimliği de giderek ön plana çıkan Ataç, edebiyat dünyasında bir otorite olmuştu. Yeni çıkan tüm edebiyat eserlerini okuyordu ve onlar üzerindeki düşüncelerini yetkili ve etkili bir dille yazıyordu. Anadolu'nun uzak köşelerinde çıkan dergilerdeki amatör yazıları izliyor, umutlu bulduğu gençleri yüreklendiriyor, bayağılığa düşenleri azarlar bir üslupla eleştiriyordu. Tanınmış bir yazarın yeni çıkmış bir yapıtını beğenmemişse, en yakın bir arkadaşı bile olsa, acımasızca eleştiriyordu. Çünkü onun en sevmediği şeylerden birisi yalan söylemekti. Ömer Asım Aksoy “Onun işi, gücü sanki edebiyat dünyasının düzenini sağlamaktı” diye yorumlarken onun eleştirmenliği üzerine şöyle diyordu: "Bütün yazarlar kendisinden çekinirler, kötü not almamak için yazılarına çok dikkat ederlerdi. Yargılarına herkesin saygı gösterdiği böyle bir eleştiricinin edebiyat dünyasına düzen vermekte ne büyük etken olduğu düşünülürse edebiyatımızın bugünkü başıboş gidişinde böyle bir kişiden yoksun bulunmamızın acısı daha derin olarak belirir."
 "Songül Saydam imzalı yazıdan" (Taha Toros Arşivi, Ekim 2002)
Türkçeye Kattığı Sözcükler 
Ataç’ın denemelerinde kullandığı öz Türkçe kelimelerin bir kısmı günümüz söz varlığı içinde de kullanılmaktadır: Yanıt (cevap), uygarlık (medeniyet), sorun (mesele), kuram (nazariye), sav (iddia), düşün (fikir), olumsuz (menfi), birey (fert), olumlu (müspet), bağnaz (mutaassıp), uyum (ahenk), öykü (hikâye), yapıt (eser), ürün (mahsul), öge (unsur), doğa (tabiat), yöresel (mahalli), toplum bilimi (sosyoloji), gerçeküstücü (sürrealist), kip (kalıp), izlenim (intiba), yetkinlik (mükemmellik), giz (sır), olanak (imkân), araç (vasıta), beğeni (zevk), değinme (temas), nesnel (objektif), görece (nispi), özgürlük (hürriyet), gereksinme (ihtiyaç), ılımlı (mutedil), aşırı (müfrit), bileşim (terkip) gibi.
İlgili Sayfa

İrsalimesel

  • Örneklendirme, misal getirme.
  • Konuyu pekiştirmek amacıyla bir atasözü ya da atasözü değeri taşıyan bir ifade kullanmak.
  • Şiirin içinde verilen darbımeseller (atasözleri) vezne uydurulmak için bir takım ifade değişikliklerine uğrayabilir, hatta farklı kelimeler ile beyitte yer alabilir. 
  • Kimi zaman ibarenin atasözü olduğuna dair “meşhurdur, meseldir, zira, elbette, nitekim” gibi kelimeler de kullanılabilir.
  • Uyarı: Atasözü olmasa da atasözü gibi ifade edilen hikmetli düşünceler de bu sanata dâhildir.
Örnek 1
Gönül kim ışka düşdi aglamasun
Neye aglar çü miskîn kendü düşdi (kendi düşen ağlamaz)

Örnek 2

Bu eski meseldir söylenir gerçek
Takdire zevâl var tedbir de gerek
Karpuz kesmek ile soğumaz yürek
Susalığı kandırmaz kan demişler

Örnek 3

Yolunca yap imeceyi geziği
Sıranı gözetle bozma diziyi
Sürüden ayrılan körpe kuzuyu
Ya kurt kapar ya kuş kapar demişler
 

Örnek 4

"Balık baştan kokar" bunu bilmemek
Seyrâni gâfilin ahmaklığından
Örnek 5
Kirpikleri uzundur yârin hayâle sığmaz
Meşhûr bir meseldir mızrak çuvala sığmaz
Örnek 6
Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir


Açıklaması: Aslı kötü olana yücelik mi verir hiç üniforma, eşeğe altın işlemeli semer de vursan eşek yine eşektir.
 

Örnek 7

Ayînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
Örnek 8
Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni
Yatma tilki gölgesinde ko yesin aslan seni
 
Açıklaması: Mert olmayan adamın köprüsünden geçeceğine bırak su alsın götürsün seni, tilki ile arkadaşlık kuracağına bırak yesin aslan seni.

Örnek 9

Olamaz kimse cezâ-yı amelinden sâlim
Her kişi ḳazdıgı çâha yine kendüsi düşer
(çah: kuyu)
 
Açıklaması: Hiç kimse amelinin cezasından kaçamaz, her kişi kazdığı kuyuya yine kendisi düşer.

Örnek 10

Er ölür nâmı ḳalur at ölür meydânı
Eyüler iylük ile yâd olunur tâ mahşer
 
Açıklaması: Er ölür namı kalır, at ölür meydanı, iyiler mahşere kadar iyilikle anılır.

Örnek 11 

Allah'a sığın şahs-i halimin gazabından
Zira "Yumuşak huylu atın çiftesi pektir."

Örnek 12

"Alet işler, el övünür."
Derler, her söze kanmayın
İşitin de inanmayın
Örnek 13
Her derdsüzden umma Fuzuli devâ-yi derd
Sabr eyle ol ki derd virübdür devâ virür
Açıklaması: Her dertsizden derdine derman umma Fuzuli, sabret ki derdi veren dermanını da verir.
Örnek 14

Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey: eseri
Bir eşek göçtü mü, ondan da nihayet semeri
Örnek 15
Sanma beyhude kol salar
Bahşiş için davul çalar
Atalardan kalma sözdür
Bal tutan parmağın yalar
Örnek 16
Sözde darbü’l-mesel iradına söz yok amma
Söz odur âleme senden kala bir darb-ı mesel
Açıklaması: Söz içinde atasözü kullanılmasına itirazımız yok ama asıl olan senden âleme atasözü olarak kalacak bir söz söylemektir.
Örnek 17
Sanma zalim zulme bürhansız gelir
Dinsizin hakkından imansız gelir
İlgili Sayfalar
Konu Anlatımı İndir 👇 

Teşhis ve İntak

Teşhis
  • Kişileştirme (şahıslaştırma).  
  • İnsan dışındaki canlı ya da cansız varlıklara insana ait özellikler yükleme sanatıdır.
  • Arapça bir sözcük olan teşhisin ne olduğu sözcüğün içindeki şhs (şahıs) ünsüzlerinden hatırlanabilir. 
  • Her teşhis aynı zamanda bir kapalı istiaredir.
  • Teşhis ve intak çoğu zaman beraber kullanılsa da her teşhiste intak bulunmaz.
Örnekler
Gül hazin, sümbül perişan, bağzarın şevki yok
Masamda düşünen eski lambayı
Yakmayın, odamız karanlık dursun
Sardı katil gece dünyayı siyah bir kefene
Bir emel yıldızı göz kırpıyor ancak aradan (2010 LYS)
Kuşlar küsmüş yuvaya, ağaçlar yaprak vermez
Bu kavgalar bitecek, zulüm ebedî değil
(2013 LYS)
İntak 
  • Konuşturma sanatıdır. 
  • Konuşma yeteneği olmayan varlıkları söyletme sanatıdır.
  • İntak da Arapça kökenli bir sözcük olup sözcüğün içindeki ntk (nutuk) ünsüzlerinden yola çıkılarak hangi sanat olduğu hatırlanabilir.
  • Teşhis ve intak çoğu zaman birlikte kullanılır.
  • Her intak aynı zamanda teşhistir.
Örnekler

1. 

Ya kuşlar duyarsa bunu
Ya
Bile bile konmazsa bana
Bilmiyorum
Ellerine ne geçecek
Ne kazanacaklar
Adımı kuşkonmaz koyanlar

2. 

Ispanak yaprağını kaldırdı
Öteki sırada
Sordu lahanaya
— Seninki sayısızdır
Benimki de az değil

3. 

Burnumu değiştirmek istedim
Daha güzel olmak için
Burnum bana dedi ki:
"Beni değil"
"Kafanı değiştir."

4. 

Akıl ersin ermesin sevdama
Senden yanayım dedi yeşeren dal senden yana

5. 

Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
Tenimde bir yara işler gibisin
Titrerim rüzgarlar keder vermesin

6. 

Sordum sarı çiçeğe, annen baban var mıdır?
Çiçek eydür, derviş baba annem babam topraktır.
(eydür: der ki)

7.

Dolap niçin inilersin
Derdim vardır inilerim
Ben Mevla'ya aşık oldum
Onun için inilerim
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiş çalap
Derdim vardır inilerim
ek bilgi: Hile (dolap çevirmek) anlamına da gelen dolap, edebiyatta kuyudan su çıkarmaya yarayan ve ağaçtan yapılan çark anlamıyla kullanılır. Asıl vatanı olan ormandan kesilen bir ağacın su çıkarmaya yarayan bir alet olan dolap haline gelmesi, insanoğlunun fani dünyadaki haline benzetilmiştir. İnsan da o dolap gibi aslını özlemektir ve asıl olan Allah'tır (vahdet-i vücut).
  • Teşhis ve intak fabl ve masallarda sıkça görülür:
Karga ile Tilki

Bir dala konmuştu karga cenapları;
Ağzında bir parça peynir vardı.
Sayın tilki kokuyu almış olmalı,
Ona nağme yapmaya başladı:
“Ooooo! Karga cenapları, merhaba!
Ne kadar güzelsiniz; ne kadar şirinsiniz!
Gözüm kör olsun yalanım varsa.
Tüyleriniz gibiyse sesiniz,
Sultânı sayılırsınız bütün bu ormanın."
Keyfinden aklı başından gitti Bay Karga’nın;
Göstermek için güzel sesini
Açınca ağzını, düşürdü nevâlesini.
Tilki kapıp ona dedi ki: “Efendiciğim,
Size güzel bir ders vereceğim;
Alıklar olmasa iş kalmaz açıkgözlere;
Böyle bir ders de değer sanırım bir peynire."
Karga şaşkın, mahcup, biraz da geç ammâ,
Yemin etti gayri faka basmayacağına.

La Fontaine
Çeviren: Orhan Veli Kanık
İlgili Sayfalar

Konu Anlatımı İndir 👇


 

Sohbet (Söyleşi) Örneği

Sözden Söze
Mektuptan açılmış talihim, bir tane daha geldi. Öteki gibi değil bu. Bir kere yazan gizlemiyor kendini, kim olduğunu söylüyor: İsmet Zeki Eyüboğlu adında bir genç. İstanbul Bilim-Yurdunda yani Üniversitesinde okuyormuş. Sonra da benimle eğlenmiyor, alaya almıyor beni, över gibi gözüküp alttan alta iğnelemeye kalkmıyor. Çıkışıyor bana, çıkışıyor ya, haklı olarak çıkışıyor. Eski yazılarımı, şu öz-Türkçe yazılarımı beğenirmiş, yenilerine sinirleniyor,şöyle diyor: 
"Geçen günkü Nokta dergisinde Ulus'tan aktarılmış bir yazınızı okudum. Ne çok üzüldüm bilseniz! Yoksa sizi de mi elden kaçırdık? Nerde o eski güzelim öz-Türkçe sözler, nerde o yazınızdaki edebiyat, ahlâk, hak, sanat, merak, şiir gibi tatsız-tutsuz Osmanlıca sözler. Niçin şunun bunun sözüne bakıp da düşüncelerimizi değiştiriyorsunuz? O yeni sözleri beğenmeyenler var diye mi yazmak istemiyorsunuz? Günün birinde bir kişi çıkıp size: "Beğenmedim bu sesinizi" dese ona bakıp da sesinizi değiştirecek misiniz? Ne derse desin el gün.Biz yolumuza bakalım." 
Daha böyle çok şeyler söylüyor. O mektubu okurken tatlı bir duygu sardı içimi, "mektup" değil de "beti" dediğim günleri andım. Doğru söylüyor, iyi söylüyor o genç. Utandım kendi kendimden inandığım yoldan dönmenin yeri mi vardı? Bu çıkışmalarına karşılık ne diyeyim de bağışlatayım suçu mu? Var benim de bir özrüm, gel gelelim gençler anlamaz, anlamamaları daha da iyidir. Gene söyleyelim ben. 
A çocuğum, ben yaşlandım, kocadım da onun için saptım yolumdan. Bilin ki sevinerek olmadı bu. Gene durup durup o yola özlemle bakıyorum. Bir sevgilinin bir daha evine varamayacağınız bir sevgilinin yoluna nasıl bakılırsa öyle bakıyorum. Biliyorum ki doğru oradadır; güzel oradadır, ancak ben yoruldum, dizlerim kesildi. Bir de o işi başaramayacağımı anladım.Yalnızdım, pek yalnız kaldım. Beni tutanlar, benim o yolda gitmemi dileyenler vardı, uzaktan seslenmekle yetiniyorlardı. Beni özendirmek istemelerine ne denli sevinirsem sevineyim, yanımda kimseyi görememek üzüyordu beni. 
Doğrusu, büsbütün de bırakmadım o yolu. Böyle Arapça, Farsça tilcikleri kullandığım yazılarımda gene o sevdiğim, kimini de kendim uydurduğum tilciklere yer veriyorum. Biliyorum, yetmez bu, en doğrusu gene eskisi gibi öz-Türkçe yazmaktır. Onu yakında, bir dergide gene deneyeceğim.Çok sevindim o mektuba. Birkaç yıl benim yürüdüğüm bir yolu bırakmak, istemeyenler olmasına çok sevindim. Gençler unutsun benim emeklerimi, onları hiçe saysınlar, Arapça, Farsça tilciklerden kaçınmadığım bir suda sevgiliden geliverecek bir esenleme gibi yüreğimi aydınlatır, güneşler doğurur gönlümde. 
İtalyan yazarı Luigi Pirandello'nun bir iki oyununu görmüşsünüzdür, hikâyelerini okudunuz mu? Bay Feridun Timur onlardan otuz altısını dilimize çevirmiş, Millî Eğitim Bakanlığı da bastırmış. Hepsini okumadımsa da okuduklarım çok hoşuma gitti, diyebilirim ki o yazarın oyunlarından daha çok beğendim hikayelerini. Oyunlarında yüksekten atmayı andırır bir hal vardır. Hikâyeleri öyle değil, Pirandello onlarda kişilerini daha iyi gösteriyor, canlandırıyor.Oyunlarında hep bir görüşü savunmak, okuyanları, yahut seyircilerini düşündürmek ister. Hem de çözümlenemeyeceğini söylediği meseleler üzerinde düşündürmek ister. Bir gerginlik vardır oyunlarında, hikâyeleri ise öyle değil, onlardaki kişiler daha canlı, okuyana daha yakın. Herhalde bana öyle geldi. 
Bay Feridun Timur da iyi çevirmiş dilimize. Belli ki İtalyanca cümleye bağlı kalmak istememiş, her yerde değilse bile çok yerde: "Bizim dilimizde nasıl söylemeli?" diye düşünmüş. Örneğin bir yerde: "Don Lollo hiddetten küplere biniyordu." diyor. "Küplere binmek" deyimi sanmam ki İtalyancada olsun. Daha böyle çok buluşlar var Bay Feridun Timur'un çevirisinde. 
Ama belli ki daha genç bir yazar, o cesareti daima gösteremiyor, bazan acemiliklere düşüyor. İşte bir örnek: "Don Lollo bu sözlere olmaz diyordu. Nafile; olan olmuştu; fakat nihayet kabul etti ve ertesi sabah şafakla beraber, âlet ve edevat torbası sırtında olduğu halde, Zi Dima Locası Primosole'ye geldi. Nihayet kabul etti." den önce bir "fakat" koymanın ne yeri var?Hele: "avandanlığı sırtında" demek dururken "âlet ve edevat torbası sırtında olduğu halde" demenin cümleye bir ağırlık verdiğini nasıl anlamıyor? Daha böyle kusurlar var Bay Feridun Timur'un çevirisinde, "haykırmak" sözünü çok kullanıyor, hem de "bağırmak" yerine kullanıyor. Gene o hikâyenin bir yerinde: "Küpten olmamak için ihtiyarı orada mevkuf mu tutacaktı?" diyor. Burada "mevkuf" sözü hiç yakışıyor mu? "kendisi küpten olmasın diye ihtiyarı hürriyetinden mi edecekti" diyemez miydi? 
Bir de şunu söyleyelim. "Ciddi Bir Şey Değil" adlı hikâyede şöyle bir cümle var: "Her defasında bir daha aynı hataya düşmeyeceğine dair yemin üstüne yemin ediyor, ahdü peyman ediyor, yeniden âşık olmamak için kahraman bir deva araştıracağını söylüyordu." Bay Feridun Timur böyle konuşmaz elbette "düşmeyeceğine yemin etti ."der. Düşmeyeceğine dair yemin etti." demez. Belki İtalyanlar öyle der, biz demeyiz. "Kahraman deva" da ne oluyor? belli, Fransızların "remède hèroique" dedikleri, İtalyancada tıpkısı olabilir, Türkçede öyle denmez, başka bir şey arasın. 
Luigi Pirandello'dan "Seçme Hikâyeler" de böyle ufak tefek kusurlar var, gene de o kitap tatlı tatlı okunuyor, Bay Feridun Timur'u iyi çevirmenlerimizden, yani mütercimlerimizden sayabiliriz. Hele bir şeye çok sevindim: ikinci ciltte dil birinci cilttekinden çok daha iyi. Demek ki Bay Feridun Timur'un çevirileri günden güne iyileşecek. Ben adını yeni duyduğuma göre kendisinin bir genç olduğunu sanıyorum, bundan sonraki çevirileri elbette daha kusursuz olur. Siz de okuyun o hikâyeleri, eğlenirsiniz, hele ikinci cildin başındaki Donna İmma'dan başlarsanız, bütün kitabı okumak hevesi uyanır içinizde. 
(Nurullah ATAÇ. Söyleşiler, TDK, 231, Ankara 1964 )
İlgili Sayfalar

Söyleşi (Sohbet)

Bir yazarın günlük olaylar arasından seçtiği bir konuyla ilgili kişisel görüş ve  düşüncelerini fazla derinleştirmeden karşısındakilerle konuşuyormuş gibi anlattığı yazı türüne sohbet denir.
Özellikleri:
  • Gazete ve dergi yazısıdır.
  • Sohbetlerde samimî ve senli-benli bir dil kullanılır.
  • Yazar deyimlerden, atasözlerinden, hatıralardan, halk fıkralarından, nüktelerden, özlü sözlerden yararlanır.
  • Yazar karşısında biri varmış gibi sorular sorar, cevaplar verir. 
  • Yazılar günlük konuşma dilinin doğallığı içerisinde yazılır. Toplumun geneline hitap edildiği için sade, akıcı ve anlaşılır bir dil kullanılır. Anlaşılmayacak uzun cümleler kullanmak sohbet türünün amacına ters düşmektedir.
  • Sohbetlerde fazla ayrıntıya girilmez, sadece konuya dikkat çekilir, anlatılanlar kanıtlanmaya çalışılmaz.
  • Makale ve eleştiri türlerinde uyulması gereken tarafsızlık, sohbette yoktur.
  • Sohbette öznel değerlendirmeler öne çıkar. Bu öznel tutum sohbet türünü deneme türüne yaklaştırır.
  • Sohbetlerde konu yönünden bir kısıtlama olmasa da genellikle güncel konular ve sanat olayları işlenir.
  • Sohbet yazarı diğer fikir yazılarında olduğu gibi geniş bir bilgi birikimine ve kültüre sahip olmalıdır.
  • Sohbet yazıları Türk edebiyatında Tanzimat’la birlikte gelişen gazetecilikle birlikte yerini almıştır. 
Önemli temsilcileri:
Sohbet Örneği
Sözden Söze
Mektuptan açılmış talihim, bir tane daha geldi. Öteki gibi değil bu. Bir kere yazan gizlemiyor kendini, kim olduğunu söylüyor: İsmet Zeki Eyüboğlu adında bir genç. İstanbul Bilim-Yurdunda yani Üniversitesinde okuyormuş. Sonra da benimle eğlenmiyor, alaya almıyor beni, över gibi gözüküp alttan alta iğnelemeye kalkmıyor. Çıkışıyor bana, çıkışıyor ya, haklı olarak çıkışıyor. Eski yazılarımı, şu öz-Türkçe yazılarımı beğenirmiş, yenilerine sinirleniyor, şöyle diyor: Daha böyle çok şeyler söylüyor. 
"Geçen günkü Nokta dergisinde Ulus'tan aktarılmış bir yazınızı okudum. Ne çok üzüldüm bilseniz! Yoksa sizi de mi elden kaçırdık? Nerde o eski güzelim öz-Türkçe sözler, nerde o yazınızdaki edebiyat, ahlâk, hak, sanat, merak, şiir gibi tatsız-tutsuz Osmanlıca sözler. Niçin şunun bunun sözüne bakıp da düşüncelerimizi değiştiriyorsunuz? O yeni sözleri beğenmeyenler var diye mi yazmak istemiyorsunuz? Günün birinde bir kişi çıkıp size: "Beğenmedim bu sesinizi" dese ona bakıp da sesinizi değiştirecek misiniz? Ne derse desin el gün. Biz yolumuza bakalım."   
O mektubu okurken tatlı bir duygu sardı içimi, "mektup" değil de "beti" dediğim günleri andım. Doğru söylüyor, iyi söylüyor o genç. Utandım kendi kendimden inandığım yoldan dönmenin yeri mi vardı? Bu çıkışmalarına karşılık ne diyeyim de bağışlatayım suçu mu? Var benim de bir özrüm, gel gelelim gençler anlamaz, anlamamaları daha da iyidir. Gene söyleyelim ben. 
A çocuğum, ben yaşlandım, kocadım da onun için saptım yolumdan. Bilin ki sevinerek olmadı bu. Gene durup durup o yola özlemle bakıyorum. Bir sevgilinin bir daha evine varamayacağınız bir sevgilinin yoluna nasıl bakılırsa öyle bakıyorum. Biliyorum ki doğru oradadır; güzel oradadır, ancak ben yoruldum, dizlerim kesildi. Bir de o işi başaramayacağımı anladım.Yalnızdım, pek yalnız kaldım. Beni tutanlar, benim o yolda gitmemi dileyenler vardı, uzaktan seslenmekle yetiniyorlardı. Beni özendirmek istemelerine ne denli sevinirsem sevineyim,yanımda kimseyi görememek üzüyordu beni.
Yazının devamı için tıklayınız
(Nurullah ATAÇ. Söyleşiler, TDK, 231, Ankara 1964 )
İlgili Sayfalar

Tariz (Dokundurma, İğneleme)

  • Bir kimseyi iğnelemek amacıyla bir sözü karşıt anlamını düşündürecek biçimde kullanmaktır. 
  • Tarizde yergi ve alaycı bir anlatım vardır. 
  • Amaç, sözü ters anlamıyla kullanmaktır. 
  • Bu sanat iğnelemek, alaya almak ve taşlamak için kullanılır. 
  • Günlük hayatta farkında olmasak da en çok başvurduğumuz sanatlardan biridir: 
Çok yaramaz bir çocuk için "çok usludur",
Tembel biri için "maşallah karınca gibisin",
Kış günü şortla gezen biri için "akıllıya bak"
ya da
Az konuşan biri için "senin de muhabbetine doyum olmuyor" diyorsanız tariz yapmış olursunuz.
Örnekler:
Koca Ragıp Paşa, kütüphanesine gittiğinde rafların, kitapların toz içinde olduğunu görür ve görevliye: "Aferin, senin kadar güvenilir bir adam daha görmedim. Sana teslim edilen kitaplara elini bile sürmemişsin!" der.
Her nere gidersen eyle talanı
Öyle yap ki ağlatasın güleni
Bir saatte söyle yüz bin yalanı
El bir doğru söz söylerse inanma
Bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden! (elifba: alfabe)
Kışlalar saye-i şahanede cennet gibidir
Bir giren sonra içinde gavur olsa çıkamaz 
Açıklaması: Padişahın sayesinde kışlalar cehenneme dönmüş ki içeri düşen din değiştirse bile askerlikten kurtulamıyor)
Bize kâfir demiş Mütfî Efendi,
Tutayım ben ona diyem Müselmân,
Lakin varılınca ruz-ı mahşere
İkimiz de çıkarız orada yalan!” 
Açıklaması: Şeyhülislâm bana kafir demiş. Hadi ben ona Müslüman diyeyim. Ama yarın mahşerde ikimiz de yalancı çıkarız: Zira ne ben kâfirim ne de o Müslüman!
İlgili Sayfalar

Sanat

Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyârımız da binbir bahârı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek,
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar.

Sen kubbesinde ince bir mozaik arar da
Gezersin kırk asırlık bir mâbedin içini,
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize heyecan verir bir parça yeşil çini…

Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin,
Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin.

Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en hazin bir musiki yerine!

Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...

Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken
Söylenmemiş bir destan gibi Anadolu'muz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz!

Faruk Nafiz Çamlıbel


İlgili Sayfalar

Tezat (Karşıtlık)

  • İki düşünce, duygu ve hayal arasında birbirine karşıt olan nitelikleri bir arada söyleme sanatı.
  • Bir cümle ya da şiirde zıt anlamlı sözcüklerin beraber kullanılması tezat sanatı olması için her zaman yeterli değildir. 
  • Tezat sanatı, kavramların zıtlığından çok düşüncenin zıtlığındadır. 
  • Bu nedenle tek başlarına bakıldığında karşıt anlamlı olmayan sözcüklerle de tezat sanatı yapılabilir.
Örnekler
Nedir benim bu çilem
Hesap bilmem
Muhasebede memurum
Yazımı kışa çevirdin.
Bak gözümde yaşa Leyla’m.
Bir kız vardı yok gibi öyle güzel

Ağzını yok dediler dediklerince var imiş

Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz

Karlar altında nevbaharım ben

Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü; 
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;

Ne efsûnkâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyyet 
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten 

(Ah ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne büyücü imişsin. Esaretten kurtulduk, ancak bu kez de senin aşkının esiri olduk )

Nice kafirdir yüzün görüp müselman olmayan
Zevki kederde mihneti rahatta görmüşüz
Âyinedir biri birine subh u şâmımız
Açıklama: Zevki kederde, eziyeti de rahatlıkta gördük. Bizim sabah ve akşamımız birbirinin aynasıdır.
Ne siyâh eylemiş bu nâsiyeyi
Saçımı bembeyaz eden bahtım  
(nâsiye: alın) 
Bir kâsedir alev dolu gönlüm yana yana
Men tâ senin yanında dahi hasretem sana
Açıklama: İkinci dizede şair "ben senin yanındayken bile sana hasretim" diyerek tezat sanatı yapmıştır.
Pek de alışmıştı gönül vuslata
Şimdi nasıl munis olur firkate
Açıklama: Pek de alışmıştı gönül kavuşmaya / Şimdi nasıl alışır ayrılığa

Kinaye

  • Bir sözün hem gerçek hem de mecaz anlama gelecek şekilde kullanılmasıdır. 
  • Ancak asıl kastedilen mecaz anlamdır.
  • Dilimizdeki birçok deyim ve atasözü kinayelidir. 
  • Kinayeli deyim ve atasözlerinde gerçek anlamın düşünülmesine engel bir durum yoktur ancak asıl kastedilen mecaz anlamıdır.
  • Kinayeli deyimlerden bazıları: "ses çıkarmamak" (tepkisiz kalmak), "yüzü kızarmak" (utanmak), "saçına ak düşmek" (ihtiyarlamak), "yoldan çıkmak" (yanlış işlere bulaşmak) vb.
  • Kinayeli atasözlerinden bazıları: "Ayağını yorganına göre uzat", "Damlaya damlaya göl olur", "Emanet eşeğin yuları gevşek olur."
Örnek 1 
Gel benim sarı tamburam,
Sen ne için inilersin?
İçim oyuk, derdim büyük,
Ben onun'çin inilerim
(Pir Sultan Abdal) 
Açıklaması: Bu dizelerde "içim oyuk" sözü kinayelidir. Klasik Türk müziğinin başlıca çalgılarından biri olan tamburun gerçekten içi oyuktur ancak bu söz şiirde çok dert çekmek manasıyla mecazî olarak kullanılmıştır.

Örnek 2

Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın
(Yunus Emre) 
Açıklaması: Bu örnekte "taş bağırlı" sözü hem gerçek hem de mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Dağın taştan olması gerçek anlamıdır. Mecaz anlamı ise hâlden anlamayan, merhametsiz, kalpsizdir.
Örnek 3

Satun alma beni ben bir pula değmez kişiyem
Hayf ola benüm içün akça vü puldan çıkasın


Açıklaması: İlk mısradaki "bir pul değmemek" ifadesini gerçek anlamda anlamak için bir engel yok ancak asıl kastedilen "değersiz ya da işe yaramaz" olmaktır. (hayf ola: haksızlık olur)
Örnek 4
" ... ağız sulandıran ferahlık"
Açıklaması: Sakız reklamı için düşünülmüş olan bu söz de kinayelidir. Ağız sulandıran ferahlık” ibaresindeki “ağzın sulanması” fiili mümkün olmakla birlikte asıl maksat, mecazi anlam olan sakızın lezzetli olması ve insanın o sakızı çiğnemek için can atıyor olmasıdır. 

Örnek 5

Bulamadım dünyada gönüle mekan
Nerde bir gül bitse etrafı diken
(Sümmânî)
Açıklaması: Bu dizelerde "diken" sözcüğü kinayeli kullanılmıştır. Gerçek anlamı açık olan diken ile asıl anlatılmak istenen şey, sevilen kişiye ulaşılmasına engel olan durum ya da kişilerdir. 

Örnek 6

Kalanlar ortada genç, ihtiyar, kadın, erkek
Harap olup yaşıyor talihin azabıyla
Açıklaması: Dizede "kalanlar ortada..." diyerek "genç, ihtiyar, kadın, erkek" diye sayılmış ancak asıl kastedilen mecazi olarak sahipsiz, kimsesiz duruma düşmek anlamında kullanılan "ortada kalmak" deyimidir. 
Örnek 7
Vefâ ummaz cefâdan yüz çevürmez Bâkî âşıkdur
Niyâz itmek ana cânâ yaraşur sana istiğnâ
Açıklaması: Beyitte "yüz çevirmek" deyimi kullanılmış. İlgisini kesmek manasına gelen bu deyimi gerçek anlamıyla da anlamaya engel bir durum yok. (niyaz: yalvarma, rica; ana: ona; istiğna: tok gözlülük, kanaat etmek, yetinmek)
Örnek 8
Sakin ol divane burası dergâh
Ağla kapısında budur Padişah
Kapan eşiğine ey rûy-i siyah
Durma hasret gözler alkan günüdür
Açıklaması: Şairin kendine nasihat ettiği bu dörtlükte "rûy-i siyah" (siyah yüz, yüzün kara olması) ifadesiyle asıl kastedilen günahkâr ve suçlu olma hâlidir.
İlgili Sayfalar

Konu Anlatımı İndir 👇