Divan Edebiyatı Nesir Yazarları (Özet)

Şiir ağırlıklı olan divan edebiyatında nesre de (düzyazıya) yer verilmiştir. Klasik edebiyatta düz yazıya inşa, yazara ise münşi denir. "Münşeat" terimi de "düz yazılar" anlamında kullanılır.
Nesir Türleri
Sade Nesir: Halk için yazılan sade anlatımlı nesirlerdir. Bu nesirle halka yönelik masal, efsane, öykü, destan, dinî ve tasavvufî konular anlatılır.
Orta Nesir: Tarih ve bilim kitaplarında gördüğümüz nesirdir. Ustalık göstermek amacı güdülmediği halde dili sade nesirden ağırdır. Tevârîh-i Al-i Osman’lar (Osmanlı Tarihi) bu türden eserlerdir.

Öyle Sermestem ki İdrak Etmezem Dünya Nedir

Gazel

Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünya nedir
Ben kimem sakî olan kimdir mey-i sahbâ nedir

Ya Rab Bela-yı Aşk ile Kıl Aşina Beni

Gazel

Yâ Râb belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan kılma cüdâ beni

Eylül Sonu

Günler kısaldı, Kanlıca'nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.

Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...

İçtik bu nadir içkiyi yıllarca kanmadık...
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!

Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılığın ızdırabı zor

Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sahile,
Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile



Açıklama: Şairin gözü Kanlıca'da bir bir geçen sonbaharları hatırlayan ihtiyarlara takılır. Şiire göre İstanbul'un bir semtini sevmek için bile ömrümüz kısadır. Şaire göre ölüm bir kaderdir. Ancak kaçınılmaz sonla eş değer olan şey vatandan ayrılıştır. İşte asıl zor olan budur.

İlgili Sayfalar

Haddeden Geçmiş Nezaket

Gazel

Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şişeden ruhsâr-ı âl olmuş sana

Rubai (Yenişehirli Avni)

Örnek 1

Bu deyr-i fenâdan ki mükedder gittim
Dil-haste vü dil-figâr u muğber gittim
Bu âmed u şudda ihtiyârım yoktur
Mecbur gelip cihâna muztar gittim

Yenişehirli Avni


Günümüz Türkçesi

Bu yok olmaya mahkum dünyadan gittim
Gönlü hasta, gönlü yaralı ve küskün gittim
Gelişim ve gidişim benim elim elimde değildi
Mecbur gelip cihana (bu cihandan) zorla gittim

Örnek 2

İnsanlar ile leccac hayvanlıktır
Terk eyle tekebbürü ki şeytanlıktır
Hâki kadem ol cümle ibâdullaha
Kulluk bu harâbâta sultanlıktır

Yenişehirli Avni

Günümüz Türkçesi

İnsanlarla inatlaşmak hayvanlıktır
Terk eyle kibri ki şeytanlıktır
Basılan toprak ol tüm yaratılanlara
Bu meyhanede kulluk sultanlıktır

İlgili Sayfalar

Divan Şiiri Örnekleri

Rindlerin Akşamı

Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç

Cihana bir daha gelmek hayâl edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince

Ya şevk içinde harab ol ya aşk içinde gönül
Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yahut gül


Sessiz Gemi

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.


Sözcükler

demir almak: yola çıkmak, gitmeye hazırlanmak (mec.)
meçhul: bilinmeyen
biçare: çaresiz
hicran: bir yerden ya da bir kimseden ayrılma, ayrılık
matem: yas
nafile: boşuna, boş yere, yararsız

Notlar:

Şiirde "yaygın istiare" kullanılmıştır. Yaygın istiare, İstiarenin şiirin tamamına yayılmış olan biçimidir. Yaygın istiare benzetmenin temel ögelerinden (benzeyen, kendisine benzetilen) birisi ile ve birden çok benzerlik sıralanarak yapılır. Şiirde "ölüm" sözcüğü hiç geçmemiş, bunun yerine ölümü hatırlatan sözcüklerden yararlanılmıştır. Şiirde "Sessiz Gemi" ile kastedilen ruhun gidişidir. Şiirin tamamında "ruh" bir gemiye, "ölüm" de seyahate benzetilmektedir.
Vezin: mef û lü / me fâ î lü / me fâ î lü / fe û lün
Kafiye: Mesnevi tipi uyak (aa, bb, cc, dd, ee, ff)

Yalancı Dünyaya Konup Göçenler

Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler ne bir haber verirler

Kiminin üstünde sararır otlar
Kiminin başında sıra serviler
Kimi masum kimi güzel yiğitler
Ne söylerler ne bir haber verirler

Toprağa gark olmuş nazik tenleri
Söylemeden kalmış tatlı dilleri
Gelin duadan unutman bunları
Ne söylerler ne bir haber verirler

Yunus der ki gör takdirin işleri
Dökülmüştür kirpikleri kaşları
Başları ucunda hece taşları
Ne söylerler ne bir haber verirler

Yunus Emre

gark olmak: boğulmak, batmak, bir şeyin içinde kaybolmak


İlgili Sayfa

👉 Halk Şiiri Örnek Metinler

Süleymaniye'de Bayram Sabahı

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garip âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.

Ordu-milletlerin en çok dövüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kutsi tepeyi;
Taşımış harcını gazileri, serdariyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimariyle.
Hür ve engin vatanın hem gece hem gündüzüne,
Uhrevi bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Ta ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları...
Bir neferdir bu zafer mabedinin mimarı.

Ulu mabet! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyada görüp özlediğim
Cetlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan tekbiri
Ne kadar saf idi siması bu mümin neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.

Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı? Hisardan mı? Kavaklardan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Beyazid'den, Van'dan,
Aynı top sesleri bir bir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova’dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul’dan..
Anıyor her biri bir vakayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus’ tan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?

Ulu mabette karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Tanrı'ya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.


Yahya Kemal Beyatlı

Açıklama: Klasik Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan Süleymaniye Camisi, Osmanlının en muhteşem eserlerinden biridir. Cami, 1551-1558 yılları arasında Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilmiştir. Şairin amacı bu mekândan yola çıkarak okuyucusuna Osmanlının bir zamanlar üç kıtaya yayılan hükümranlığını aktarmaktır.

Sözcükler

mehabet: büyüklük, yücelik, ululuk
sükûnet: durgunluk, dinginlik, sessizlik
mabet: tapınak
kutsi: kutsal
serdar: başkomutan
uhrevi: ahiretle ilgili
ezeli: öncesiz
rahmet: bağışlama, merhamet etme
vâris: mirasçı
mağrur: gururlu
hendese: geometri
abide: anıt
kubbe: yarım küre biçiminde olan ve yapıyı örten dam
cumhur: halk, topluluk
cet: ata
mağfiret: bağışlama
tekbir: Allahuekber sözü ile başlayan dua.
velvele: gürültü ve heyecan
tuğ: hükümranlık sembolü, sancağın tepesine takılan ay kuyruğu
esvap: giysi
vecd (vect): sevgi ve heyecandan doğan coşkunluk
nefer: er
bani: kurucu
ulvi: yüce
merhale: basamak, derece, aşama
pâre: tane, adet
seher: sabahın güneş doğmadan önceki zamanı
ervah: ruhlar

Bir Gün Mutlaka

Bugün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telaş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel, düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
Sevgilim on sekizinde bir kız, yürüyoruz bulvarda, sandviç yiyoruz, dünyadan konuşuyoruz
Çiçekler açıyor durmadan, savaşlar oluyor, her şey nasıl bitebilir bir bombayla, nasıl kazanabilir o kirli adamlar
Uzun uzun düşünüyor, sularla yıkıyorum yüzümü, temiz bir gömlek giyiyorum
Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu hân–ı yağma
Ama yorgunum şimdi, çok sigara içiyorum, sırtımda kirli bir pardesü
Kalorifer dumanları çıkıyor göğe, cebimde Vietnamca şiir kitapları
Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor orda
Köprülerden geçiyorum, karanlık yağmurlu bir gün, yürüyorum istasyona
Bu evler hüzünlendiriyor beni, bu derme çatma dünya
İnsanlar, motor sesleri, sis, akıp giden su
Ne yapsam... ne yapsam... her yerde bir hüzün tortusu
Alnımı soğuk bir demire dayıyorum, o eski günler geliyor aklıma
Ben de çocuktum, sevgilerim olacaktı elbette
Sinema dönüşlerini düşünüyorum, annemi, her şey nasıl ölebilir, nasıl unutulur insan
Ey gök! senin altında sessizce yatardım, ey pırıl pırıl tarlalar
Ne yapsam... ne yapsam... Dekart okuyorum sonradan...
Sakallarım uzuyor, ben bu kızı seviyorum, ufak bir yürüyüş Çankaya’ya
Bir pazar, güneşi bir pazar, nasıl coşuyor yüreğim, nasıl karışıyorum insanlara
Bir çocuk bakıyor pencereden hülyalı kocaman gözlü nefis bir çocuk
Lermontov’un çocukluk fotoğraflarına benzeyen kardeşi bakıyor sonra
Ben şiir yazıyorum daktiloda, gazeteleri merak ediyorum, kuş sesleri geliyor kulağıma
Ben mütevazı bir şairim, sevgilim, her şey coşkulandırıyor beni
Sanki ağlayacak ne var bakarken bir halk adamına
Bakıyorum adamın kulaklarına, boynuna, gözlerine, kaşlarına, yüzünün oynamasına
Ey halk diyorum, ey çocuk, derken bende bir ağlama
İlençliyorum bütün bireyci şairleri, hale gidiyorum portakal almaya
İlençliyorum o laf kalabalıklarını, kurumuş yürekleri, bireyin kurtuluşunu Fan
İlençliyorum o kitap kurtlarını, bağışlıyorum sonradan
Uzun kış gecelerinden sonra kim bilir nasıl olur her şey
Uzun kış gecelerinden sonra, masallarda anlatılan
Durup durup bunları düşünüyorum, bir sevinci bir hüzün izliyor arkadan
Yüreğim ipe sapa gelmez bir bahar göğü, Türkçe bir yürek kısaca
Beklemek usandırıyor, telaşlı telaşlı bir şeyler anlatıyorum sağda solda
Bir otobüse biniyorum, inceliyorum bir böceği tutarak kanatlarından merakla
Yürürdüm eskiden baharda, o yıkıntıların ve çayırların olduğu alanlara
Aklıma şiiri gelirdi o yaşlı Amerikalının, sonbaharı anlatan şiiri
Çayırlar vardı o şiirde, baharı anımsatan ne de olsa
Böylece yeniden hazırlanıyorum bir coşkuya, yeniden sokaklara fırlamaya
Kendimi atmak bir uçurumdan balıklama
Büyük ve mavi bir şey izlenimi var bende, gördüğüm filmlerden mi ne
Bir şapka, telaşlı bir gök, sıcak yapay bir dünya
Anlat anlat bitmiyor, bitmiyor bendeki daüssıla
Bütün sevgilerimi harcayabilirim bir çırpıda, yağmurlu o yollar geliyor aklıma
Benzin kokuları, ıslak direkler, babamın esmer bir somun gibi tombul ve sıcak elleri
Uyurdum. Bir de bakmışsın yeni bir film sinemada, şehirde yeni bir kız, kahvede yeni bir garson
O üzgün ve sabahlıklı dururdu balkonda...
Şimdi ne var hüzünlenecek burda, nedir bu çatlatan yüreğimi bu telaş
Sanki yarın ölecek gibiyim, birazdan polisler gelecek ya da
Gelip alacaklar kitaplarımı, daktilomu, bu şiiri, sevgilimin fotoğrafını duvarda
Soracaklar babanın adı ne, nerde doğdun, teşrif eder misiniz karakola
Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor Vietnam’da
Ağlayarak bir yürek resmi çiziyorum havaya
Uyanıyorum ağlayarak, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey ithalatçılar, ihracatçılar, ey şeyhülislam!
Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bunu söyleyeceğiz bin defa!
Sonra bin defa daha, sonra bin defa daha, çoğaltacağız marşlarla
Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda
Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla
Yürüyeceğiz çoğala çoğala...

1965



Notlar

Dekart (Descartes): Fransız filozof (17.yy.)
hân-ı yağma: "yağma sofrası" anlamında bir tamlama, Tevfik Fikret'in aynı adlı şiiri (Şiirin günümüz Türkçesi için tıklayınız.)
Lermontov (öl.1841): Rus yazar ve şair
ilenç: beddua


İlgili Sayfalar

👉 Yıkılma Sakın

Bir Başka Tepeden

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtına kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan



Sözcükler

aziz: sevgide üstün tutulan
revnak: parlaklık, güzellik, tazelik, süs.
efsun: sihir, büyü.
efsunlu: büyülü.

Açıklama: Bir İstanbul hayranı olan sanatçı, eserlerinde İstanbul’a duyduğu sevgi ve hayranlığı birçok kez dile getirmiştir. İstanbul’u adım adım gezip dolaşan şair, hayranlık dolu izlenimlerini hem Aziz İstanbul adlı nesir kitabında hem de şiirlerinde anlatmıştır. Geçmişin gizemli izlerini taşıyan bu şehir, her tepeden ayrı bir güzelliktedir. Bir semtine bir ömür vermeye hazır olan şair, dünyada birçok güzel şehir olsa da hiçbirinin onun kadar büyülü bir güzelliğe sahip olmadığını düşünür.

Açık Deniz

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum; 
Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.
Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları, hülyam içinde lâl,
Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,
Duydum, akıncı cetlerimin ihtirasını,
Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu,
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...
Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,
Rüyama girdi her gece bir fatihane zan.
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular,
Mahzun hudutların ötesinden akan sular,
Gönlümde hep o zanla beraber çağıldadı,
Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!
Bir gün dedim ki "istemem artık ne yer ne yâr!"
Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar;
Gittim o son diyara ki serhaddidir yerin,
Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!


Garbın ucunda, son kıyıdan en gürültülü
Bir med zamanı, gökyüzü kurşunla örtülü,
Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;
Gördüm güzel vücudunu zümrütleyen deri
Keskin bir ürperişle kımıldandı anbean;
Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.
Sonsuz ufuktan ah o ne coşkun gelişti o!
Birden nasıl toparlanarak kükremişti o!
Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara,
Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara!
Yalnız o kalmış ortada, asi ve bağrı hûn,
Bin mağara ağzı açmış, ulurken uzun uzun,
Sezdim bir aşina gibi, heybetli hüznünü!


Ruhunla karşı karşıya kaldım o med günü,
Şekvanı dinledim, ezelî muztarip deniz!
Duydum ki ruhumuzla bu gurbette sendeniz.
Dindirmez anladım bunu hiçbir güzel kıyı;
Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.


Yahya Kemal Beyatlı

Açıklama: Osmanlının son zamanlarına şahitlik eden şairin şiirine başlık olarak seçtiği "Açık Deniz" ecdadımızın tarih içinde hudutları aşmaya duyduğu tutkunun bir ifadesidir. Şiir ise sınırların ötesinde kalan vatan topraklarının dinmeyen feryadıdır. Ecdadın üç kıta üzerinde fethettiği toprakların birer birer elden çıkması şairi derin bir hüzne düşürmüştür. 
Şiirde geçen İngiliz şairi Byron (1788–1824), İngiltere tarihinin en ihtişamlı devresinde yaşamasına rağmen, Ortaçağ Cermenliğine derinden bir özleyiş duyarak şiirlerinde bunu dile getirmiştir. Bu şiirde Yahya Kemal de benzer bir özlemi dile getirmiştir.
Beyitler halinde düzenlenen şiir; "aa, bb, cc, dd..." gibi mesnevi tip uyak örgüsüne sahiptir.
Şiirin vezni: mef û lü / fâ i lâ tü / me fâ î lü / fâ i lün

Sözcükler

lahza: an
Byron (Lord Byron): İngiliz şair
bedbaht: mutsuz, talihsiz
melal: üzüntü, hüzün, dert
hülya: tatlı düş, hayal
lâl: dili tutulmuş
Rakofça: Üsküp'te bir yer
cet: ata
ihtiras: aşırı, güçlü istek, tutku
şimal: kuzey
fatihane: fatih gibi, fatihe benzercesine
hicret: göç
bakıyye (bakiye): arta kalan, geri kalan şey
hicran: ayrılık, ayrılığın neden olduğu acı
mahzun: üzgün
serhat (serhad): sınır boyu
garp: batı
med (met): kabarma
anbean: her an, ara sıra
hûn (hun): kan
aşina: tanıdık, bilinen
şekvan: yakınma, şikayet
ezeli: öncesi olmayan
muztarip (muzdarip): acı çeken

Lâle-Hadler Yine Gülşende Neler Etmediler

Lâle-hadler yine gülşende neler etmediler
Servi yürütmediler goncayı söyletmediler

Taşradan geldi çemen mülkine bigâne dürür
Devr- i gül sohbetine lâleyi iletmediler

Nefes

Muhammed Ali'nin kıldığı dava
Yok meydanı değil var meydanıdır
Muhammed kırklara niyaz eyledi
Ar meydanı değil kâr meydanıdır

Kırklar özün bir araya koydular
Anlar cenazesin susuz yudular
Deve gördün mü biz görmedik dediler
Ört elin eteğin sır meydanıdır.

Gezdiğin yerlerde ara bulasın
Vardığın yerlerde makbul olasın
Sakla pir sırrını settâr olasın
Çek çevir kendin sır meydanıdır

Kurban olayım bu erkânı kurana
Yuf çekerler bu meydanda yalana
Üç yüz altmış altı ayak nerdibana
Kör meydanı değil gör meydanıdır

Abdal Musa Sultan gerçek er isen
Ali’yi sevenin muhib yârıysan
Hak mahbubunun talebkârısıysan
Urgan tak boynuna dâr meydanıdır


Sözcükler

kırklar: kırk kutlu kişi
niyaz: yalvarma, yakarma
niyaz eylemek: yalvarmak
ar: utanç
kâr: yarar, fayda
anlar: onlar
yumak: yıkamak
yudular: yıkadılar
deveyi gördün mü biz görmedik dediler: Başa dert olacak bir konudan uzak durmak için söylenen bir söz, ne kadar büyük olursa olsun ondan habersiz olmak vurgulanır: Deveyi gördün mü? Köçeğini bile görmedim. / Ne bilirim ne gördüm; deveyi yeden ölsün.
makbul: beğenilen, hoş karşılanan
pir: tarikat kurucusu
settâr: ayıp ve kusurları örten.
erkân: yol, yöntem
nerdiban (nerdüban): merdiven
muhib (muhip): dost
yâr: sevgili, yardımcı
mahbub (mahbup): sevilmiş, sevilen
talebkâr (talepkâr): istekli
urgan: ince halat
dar meydanı: Bektaşi-Alevi geleneğinde hesap verilen yer

İlgili Sayfa

Merdiven

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…

Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisan-ı hafîdir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Ahmet Haşim

Bilinmeyen Sözcükler

arz: yer
muttasıl: sürekli
lisân-ı hafî: gizli dil

Şiire Dair Bir Anekdot

Mina Urgan anlatıyor...

Haşim, benim edebiyat alanında iyi yetişmeme özen gösterirdi. Örneğin Türk edebiyatı öğretmenimiz Faruk Nafiz Çamlıbel’in, Merdiven şiirinin yaşamı simgelediğini ileri sürdüğünü ona aktarınca, Haşim, rezalet! Bu adam, alegoriyle sembolü birbirine karıştırıyor! diyerek öfkelendi. Alegorinin bir tek şeyi, oysa sembolün birçok şeyi birden temsil ettiğini ondan öğrendim. Şiirinin yaşamı simgelediği gibi aşkı, ölümü, idealizmi ve daha başka kavramları da simgeleyebileceğini anlattı: İsteğim üzerine, bana bu konuda iki sayfalık bir metin dikte etti. Ben de o metni sınıfta yüksek sesle okuyunca zavallı Faruk Nafiz biraz bozulur gibi oldu. (Bir Dinozorun Anıları)

İlim İlim Bilmektir

İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır

Okumaktan mana ne kişi Hakk'ı bilmektir
Çün okudun bilmedin ha bir kuru emektir

Okudum bildim deme çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen abes yere yelmektir

Dört kitabın manası bellidir bir elifte
Sen elif dersin hoca manası ne demektir

Yunus Emre der hoca gerekse var bin hacca
Hepisinden iyice bir gönüle girmektir

Yunus Emre


Sözcükler

abes: boş, değersiz
tâat: ibadet
yelmek: koşmak, ardından gitmek

İlgili Sayfa

👉 Halk Şiiri Örnek Metinler

Kanuni Mersiyesi

Mersiye-i Sultân Süleymân Hân

I.Bent

Ey pây-bend-i dâmgeh-i kayd-ı nâm u neng
Tâ key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng


Ey şana ve üne düşkünlüğün tuzağına ayaklarından bağlanmış olan! Fani dünyanın işlerine olan bu sevgin ne zamana kadar (sürecek)?

Nam u Nişane Kalmadı

Gazel

Nâm u nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan 
Düşdi çemende berg-i dıraht itibârdan

Açıl Bağın Gülü

Gazel

Açıl bağın gül ü nesrini ol ruhsârı görsünler
Salın serv ü sanavber şîve-i retfârı görsünler

Tanzimat Edebiyatı Testi 2

1. Aşağıda verilen Tanzimat dönemi oyunlarından hangisi farklı bir yazara aittir?
A)Çok Bilen Çok Yanılır
B)Çerkez Özdenler
C)Afife Anjelik
D)Vuslat
E)Atala

2.Aşağıda verilen açıklamalardan hangisi ayraç içinde verilen eser ile ilgili değildir?
A) Türk edebiyatında ilk realist roman örneği sayılan eserde alafrangalığa özenen bir mirasyedinin başından geçen olaylar anlatılır. (Araba Sevdası)
B)Hayat tecrübesi olmayan, iradesiz ve mirasyedi bir genç olan Ali Bey'in hikayesidir. Yazar, kötü kadınların ihtiras ve entrikalarına kapılarak kendilerini mahveden tecrübesiz gençleri ele alır. (İntibah)
C)Kıskançlık teması üzerine kurgulanan roman karakterlerinin çok yönlü ele alınışı ile kendinden önceki romanlardan ayrılır. (Zehra)
D)Romanın kahramanı III. Mehmet devrinde İstanbul’da ortaya çıkan bir sipahi ayaklanmasının lideridir. Eserde kahramanın İran’da esir olan Kırım Şehzadesi Adil Giray’ı kurtarma çabaları, yazarın coşkun üslubu ile anlatılır. (Cezmi)
E)Roman esaret konusunu ele alır. Yazar esaretin kötülüğü konusunu romanın merkezine alırken bir cariye ile bir paşazadenin uygun görülmeyen aşkını da ele alır. (Felatun Bey ile Rakım Efendi)

Edebiyat anlayışı bakımından Tanzimat edebiyatının eski-yeni ikilemini en çok yaşayan odur.Bağdatlı Ruhi'ye nazire olarak yazdığı ünlü Terkibibend'ini Cenevre'de iken yayımlayan şair teknik bakımdan daha çok divan şiiri ve estetiğine bağlıdır.
3. Yukarıda tanıtılan Tanzimat şair ve devlet adamı hangi şıkta doğru verilmiştir?
A)Ziya Paşa
B)Ahmet Vefik Paşa
C)Ahmet Mithat Efendi
D)Namık Kemal
E)Şinasi

Şinasi'nin ikinci gazetesi olan ...... ilkine göre daha etkili olmuştur. Şinasi gazetede İstanbul’un kent olarak sorunları, yoksulların durumu gibi pek çok konuyu kamuoyunun gündemine taşımakla kalmamış, hükümetin dış politikasını da eleştirmiştir. Şinasi üzerindeki baskıların artması üzerine 1865’te gazeteyi Namık Kemal’e bırakıp Fransa’ya gidecektir.
4. Yukarıda bırakılan boşluğa aşağıdakilerden hangisinin getirilmesi uygun olur?
A) Tercüman-ı Ahval
B) Hürriyet
C) Tasvir-i Efkar
D) Tercüman-ı Hakikat
E) Muhbir

Edebiyatı halka seslendiği bir kürsü olarak gören sanatçı hemen her türde eser vermiştir. Onun için tiyatro eğlencedir ancak eğlencelerin en faydalısıdır. Altı tiyatro oyunu kaleme alan sanatçı, yazdığı ilk oyunun 1873 yılında sahnelenmesinden sonra çıkan olaylar üzerine sürgüne gönderilmiştir.
5. Yukarıda tanıtılan Tanzimat sanatçısı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Ahmet Mithat Efendi
B) Namık Kemal
C) Recaizade Mahmut Ekrem
D) Samipaşazade Sezai
E) Abdülhak Hamit Tarhan

6.Tanzimat edebiyatında roman türünde eser vermeyen sanatçılar hangi şıkta doğru verilmiştir?
A) Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Abdülhak Hamit Tarhan
B) Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci
C) Ziya Paşa, Abdülhak Hamit Tarhan, Samipaşazade Sezai, Muallim Naci
D) Muallim Naci, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami
E) Şemsettin Sami, Abdülhak Hamit Tarhan, Samipaşazade Sezai, Muallim Naci

7. Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat edebiyatı öykü ve romanı için yanlış bir bilgi içermektedir?
A) Önemli bir kısmında romantizmin bir kısmında ise realizm ile natüralizmin etkileri görülür.
B) Teknik bakımdan kusurlu olan dönem romanlarında günlük hayatta görülmeyecek tesadüflere yer verilir.
C) Eserlerde genel olarak duygusal ve acıklı olaylar ele alınmıştır.
D) Genelde tek yönlü ele alınan roman kahramanları tipten öteye geçemez.
E) Yazarlar romanda anlattıkları olaylar karşısında tarafsız kalabilmişlerdir.

8. Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat ilk dönem şiiri için söylenemez?
A) En belirgin özelliği toplumcu olmasıdır.
B) Divan şiirinin aksine fikre değil söyleyişe önem verilmiştir.
C) Yeni dünya görüşüne ait yeni temalar eski nazım şekilleri ile işlenmiştir.
D) Sanatçılar dilde sadeleşme çabası içinde olsalar da bir başarı sağlanamamıştır.
E)Hece ölçüsü ile birkaç örnek verilse de aruz vezni kullanılmıştır.

9. Aşağıdaki Tanzimat dönemi eserlerinden hangisi türü bakımından diğerlerinden farklıdır?
A) Küçük Şeyler
B) Macera-yı Aşk
C) Çengi
D) Vuslat
E) Gülnihal

10. Aşağıda verilen bilgilerden hangisi Abdülhak Hamit Tarhan için doğru değildir?
A)Bireysel ve içe dönük bir edebiyatın temsilcisidir.
B)Sadece tiyatro ve şiir yazan sanatçı romantizmin etkisindedir.
C)Şiirde aşk, tabiat, ölüm temalarını lirik bir anlatımla ele almıştır.
D)İşlediği temalar ve üslup yeni olsa da bazı değişiklikler yaparak divan şiiri nazım şekillerini kullanmaya devam eder.
E)Aruz ölçüsünden vazgeçmemiş ancak hece ölçüsü ile de şiirler yazmış.

11. Aşağıda verilen eser - yazar eşleştirmelerinden hangisi yanlıştır?
A) Durub-u Emsal-i Osmaniye - Şinasi
B) Sahra - Abdülhak Hamit Tarhan
C) Zafername - Ziya Paşa
D) Demdeme - Recaizade Mahmut Ekrem
E) Takip - Namık Kemal

12.Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat edebiyatıyla birlikte edebiyatımıza giren yeni türlerden biri değildir?
A) Roman B) Tiyatro C) Gezi Yazısı D) Makale E) Eleştiri

I. Türkçülük hareketinin öncülerindendir. En önemli eseri Lehçe-i Osmanî adını verdiği sözlüğüdür.
II. Fransız şairlerinden yaptığı şiir çevirilerini içeren Tercüme-i Manzume adlı eseri edebiyatımızın ilk manzum çevirileridir.
III. Siyasî eleştirinin iyi örneklerinden biri olan Zafernâme adlı eserini Âli Paşa’yı hicvetmek için yazmıştır.
IV. Letâif-i Rivâyât adlı kitabındaki uzun hikayeler edebiyatımızın ilk hikaye örnekleri olarak kabul edilmektedir.
13. Aşağıda verilen sanatçılardan hangisi yukarıda verilen açıklamaların herhangi biriyle ilişkilendirilemez?
A) Ziya Paşa
B) Recaizade Mahmut Ekrem
C) Ahmet Vefik Paşa
D) Ahmet Mithat Efendi
E) Şinasi

14. Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat İkinci dönem şiiri için söylenemez?
A) Dönem şiirine ağır bir dil ve sanatlı bir söyleyiş hakimdir.
B) Hece ile yazılan birkaç örnek dışında aruz ölçüsü kullanılır.
C) Dönem sanatçıları için edebiyat bir amaçtan çok bir araçtır.
D) Dönem şiirine "Güzel olan her şey şiirin konusudur." düşüncesi hakimdir.
E) Bu dönem şiirinde romantizm akımının etkileri görülür.

Tanzimat edebiyatında, “hâce-i evvel”, “Osmanlıyı okutan adam” ya da “yazı makinesi” olarak anılmıştır. Roman, hikaye, tiyatro, gezi yazısı, anı gibi birçok türde eser veren sanatçının iki yüze yakın eseri vardır. Eserlerinde Türk halkının çağdaş medeniyete uymayan düşünüş ve yaşayış tarzını değiştirmeyi hedef almıştır.
15. Yukarıda tanıtılan Tanzimat sanatçısı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Şemsettin Sami
B) Recaizade Mahmut Ekrem
C) Namık Kemal
D) Şinasi
E) Ahmet Mithat Efendi

Dönen Dönsün

Koyun beni hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp de mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Geçti Dost Kervanı

Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası gözümde tüter
Bu ayrılık bana ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni

Esnaf Destanı

Küçücükten çıktım gurbet ellere
Hakikat rahına düştüm gezerken
Eski sözdür gelir yazılan sere
Aşk atına bindim yayan giderken

Şair oldum evvel dinle yalanı
Vezn ü mevzun derler bilmem ben anı
Unuttum bildiğim Türkçe lisanı
Arabi Farisi sohbet ederken

Âşıklığı özge halet sanırdım
Çalıp çığırmayı adet sanırdım
Bunu ben bir kolay sanat sanırdım
Mızrabım kırıldı bozuk çalarken

Anladım ki bu bir çıkmaz sokaktır
Ben çıkardım diyen bunu ahmaktır
Bizlere marifet hayli ıraktır
Gözlerim karardı eş'ar yazarken

Aklımı fikrimi başıma derdim
Düşünüp giderken bir pîre erdim
Otuz iki esnaf ahvalin sordum
Bana ol pir haber verdi sorarken

Vardım çiftçi oldum cümleden akdem
Yıllık ile tuttu beni bir adem
İçtiğim tarhana çorbası her dem
Ağzım yaktım sıcak çorba içerken

Hele kaçtım ben o köyden aşağı
Vardım bir şehire bastım ayağı
Anda oldum bir çulfanın çırağı
Çıkrığım kırıldı masra sararken

Nalbant oldum kırdım nalın çoğunu
Bir katır nalladım dinle oyunu
Meğer acemiymiş bilmem huyunu
Çenemi teptirdim nalın sökerken

Berber oldum doldu dükkâna eller
Şer'an tıraş eder kel başı berber
Ağustos gelince pek kokar keller
Usandım başını tıraş ederken

Hamamc'oldum hamam çöktü başıma
Tellak oldum bak şu benim işime
Çuldan bir kese pek gitti hoşuma
Yağır ettim birin kese sürerken

Bakkal oldum kapan yaptım yerimi
Yağ tükendi Moskof aldı Kırım'ı
Kayıkç'oldum taktım küreklerimi
Tayfalar kırıldı kürek çekerken

Avcı oldum kuşlar havaya uçtu
Hırsız oldum kement boynuma geçti
Gemic'oldum gemim engine düştü
Hele ben kurtuldum tekne batarken

Kalafatçı oldum alem uşattı
Limanda tekneler hep yağır yattı
Kalafat ettiğim gemiler battı
Andan da kovulduk hile ederken

Balıkç'oldum balık ağa girmedi
Asla dört paraya elim ermedi
Dilenc'oldum kimse para vermedi
Büyük kapılarda boyun eğerken

Aşçı oldum asla pişmedi yemek
Boyac'oldum bilmem al yeşil irenk
Tellal oldum tuttum bir topal eşek
Çamura saplandı çekip giderken

Saraç oldum bir gün başladım işe
Sahtiyan tükendi kalmadı tirşe
Kebapç'oldum eti sapladım şişe
Tuzunu unuttum biber ekerken

Pabuçç'oldum dikemedim pabucu
Dikerken kırıldı tığların ucu
Kalayc'oldum hayli çalkadım kıçı
Eski bakırların pasın silerken

Manav oldum elma armut tez çürür
Cambaz oldum ip üstünde kim yürür
Kasap oldum her gün gözüm kan görür
Yüreğim bayıldı kana bakarken

Sarraf oldum sayamadım parayı
Dülger oldum yapamadım sarayı
Hallaç oldum elime aldım yayı
Kirişim kırıldı pamuk atarken

Kazzaz oldum yakışmadı elime
Sai oldum hırsız indi yoluma
Mutaf oldum bak şu benim halime
Götün götün gittim kızıl bükerken

Kuyumc'oldum döğemedim gümüş
Bilemedim elmas ile çaytaşı
Pazvant oldum bir gün yıkılda çarşı
Hele ben kurtuldum çarşı çökerken

Cevahirci oldum sözün doğrusu
Fark etmedim cevahiri elması
Terzi oldum ele aldım makası
Parmağım kestirdim kumaş biçerken

Hammal oldum bir hafif yük bulmadım
Pelvan oldum hiçbir adam yenmedim
Yırttılar yakamı birden duymadım
Kollarım kırıldı göğüs tutarken

Meyzin oldum ezan vakti olmadı
Bağıra bağıra sesim kalmadı
Kahvec'oldum hiç müşteri gelmedi
Şerbetim ekşidi döktüm kokarken

İmam oldum kaba sofu çoğaldı
Beynamazlar hep camiye döküldü
Lerze oldu bir gün cami yıkıldı
Aptesli aptessiz namaz kılarken

Ben bu sanatları bir bir dolaştım
Tekrar gelip şairliğe bulaştım
KAMİLÎ mürşidin destine düştüm
Tekke-i aşk içre çile çekerken

Kamilî (18.yy)

Kaynak:

Âşık Edebiyatında Esnaf ve İş Destanları, Dr. Doğan KAYA

Divan Şiiri Nazım Türleri

  • Manzumelerin konu bakımından adlandırılmasına "nazım türü" denir.
  • Divan şiirinde bir konunun mutlaka belli bir nazım şekli ile anlatılması şartı yoktur. Ancak kimi konuların kimi nazım şekilleriyle çokça anlatıldığı görülür. Mersiyelerin terkibibent biçimiyle anlatılması gibi. 
  • Bunun yanı sıra surname ya da kırk hadis gibi bazı türlerin aynı ad ile mensur olarak da yazıldığı görülür.
  • Divan şiirindeki belli başlı nazım türleri şunlardır: tevhit, münacat, naat, methiye, fahriye, hicviye, mersiye, mevlit, şehrengiz, hilye, lügaz, muamma, surname, kırk hadis, cülûsiye, rahşiye, ıydiye, kıyafetname, takriz...

Elhan-ı Şita

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaib eyleyen bir kuş
                             gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar…

Ey kulûbün sürûd-u şeydâsı,
Ey kebûterlerin neşideleri,
O baharın bu işte ferdâsı
Kapladı bir derin sükûta yeri
                                 karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.

Ey uçarken düşüp ölen kelebek
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek
                               gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar;

Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze,
Nâ’şın üstünde şimdi, ey mürde
Başladı parça parça pervâze
                                    karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar

Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
                                gibi kar
Sizi dallarda, lânelerde arar.

Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân,
Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar;
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân!-
Son kalan mâi tüyleri kovalar
                                  karlar
Ki havada uçar uçar ağlar!

Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir
Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter...
Dök ey semâ revân-ı tabiat gunûdedir
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler!

Her şahsâr şimdi -ne yaprak ne bir çiçek! –
Bir tûde-i zilâl ü siyeh-reng ü nâ-ümid…
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek.
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd!

Göklerden emeller gibi rizan oluyor kar
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar
Bir bâd-ı hamûşun per-i sâfında uyuklar
Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar,

Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân,
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân
Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun.

Dök hâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök.
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi;
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi...


Cenap Şahabettin

İlgili Sayfalar

Kıldan Köprü

Şathiye

Âdemi balçıktan yoğurdun yaptın,
Yapıp da neylersin, bundan sana ne
Halk ettin insanı saldın cihana
Salıp da neylersin bundan sana ne

Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne

Katran kazanını döküver gitsin
Mümin olan kullar didara yetsin
Emreyle yılana tamuyu yutsun
Söndür su ateşi bundan sana ne

Sefil düştüm bu âlemde naçarım
Kıldan köprü yaratmışsın geçerim
Sol köprüden geçemezsem uçarım
Geçir kullarını bundan sana ne

Kaygusuz Abdal der cennet yarattın
Cehenneme nice kulları attın
Nicesin ateş-i aşk ile yaktın
Yakıp da neylersin bundan sana ne

Kaygusuz Abdal

Kaynak


Kaygusuz Abdal Yaşadığı Çağ ve Yaşamı, Mehmet Yardımcı

Nedim - Çıkmış Sorular

1. Nedim’le Fuzuli’yi karşılaştıran aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır? (1984) 
A) Nedim, şiirine günlük hayatı yansıtmış; Fuzuli ise bundan kaçınmıştır.
B) İkisi de kasideden çok gazelde başarılı olmuştur.
C) Fuzuli tasavvuftan esinlenmiş, Nedim tasavvufla hiç ilgilenmemiştir.
D) İkisinin de dili, çağdaşlarına göre daha sadedir.
E) İkisinin de “Divan”larından başka, “Mesnevi”leri de vardır.

Kasidelerinde kullandığı ağır dil, gazellerinde, özellikle şarkılarında oldukça sadeleşir. Farsça ve Arapça şiirleri de olmakla birlikte şiirlerinin çoğu Türkçedir. Kasidelerinden çok, yeni buluşlarla süslediği şarkı ve gazelleriyle ünlüdür. Gazellerine, “Malumdur benim sühanım mahlas istemez.” diye haklı olarak övünecek derecede kişiliğinin damgasını vurmuştur.
2. Bu parçada tanıtılan divan şairi aşağıdakilerden hangisidir? (1992)
A) Fuzuli
B) Baki
C) Nedim
D) Nefi
E) Nabi

3.Aşağıdaki sanatçılardan hangisi, birlikte verilen nazım biçiminde yazılmış yapıtlarıyla ünlenmemiştir? (2011)
A)Fuzuli - Gazel
B)Nedim - Şarkı
C)Baki - Mesnevi
D)Ziya Paşa - Terkibibent
E)Nefi – Kaside

I. Sebk-i Hindî
II. Mahallîleşme Akımı
III. Süslü Nesir
4. Aşağıda verilen divan sanatçılarından hangisi yukarıdakilerden biriyle ilişkilendirilemez?(2011)
A)Nergisî B)Neşati C)Nedim D)Necati E)Enderunlu Vasıf

5.Divan edebiyatı sanatçıları ve yaşadığı yüzyıllarla ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? (2012)
A)Sultan Veled ─ 13. yüzyıl
B)Âşık Paşa ─ 14. yüzyıl
C)Şeyhî─ 15. yüzyıl
D)Fuzuli ─ 16. yüzyıl
E)Nedim ─ 17. yüzyıl

6.Aşağıdakilerden hangisi, divan şiiriyle halk şiirinin birbirine yaklaştığının göstergelerinden biri değildir? (2013)
A)Nedim ve Şeyh Galip’in hece vezni ile şiir yazması
B)Gevherî’nin aruz vezniyle şiirler kaleme alması
C)Bazı halk şairlerinin divan tertip etmesi
D)Halk ve divan şairlerinin mahlas kullanması
E)Benzer mazmunların kullanılması

---- Lale Devri’nin İstanbul’unu yansıtan şiirlerinde dış dünyadan aldıklarını; duyduğu, gözlemlediği gibi aktarmaya çalışır. Gazel ve kasidelerinin yanında ---- nazım biçimini tercih etmesi; yaşama sevincini içinde duyan, hor görülen geçici dünya zevklerini tatmayı amaçlayan bir yaradılışın doğal sonucudur.
7.Bu parçada boş bırakılan yerlere, aşağıdakilerden hangisi sırasıyla getirilmelidir? (2014)
A)Baki – murabba
B)Fuzuli – mesnevi
C)Şeyh Galip – şarkı
D)Nedim – şarkı
E)Nefî – mesnevi

---- şiirlerinde en çok dikkat çeken mekânlardan biri Sa’dâbâd’dır. Büyük ve görkemli bir alanı ifade eden Sa’dâbâd; su kanalı, köşkler, saray, mesire alanı ve kamelyalarıyla şairin hayal dünyasını süsleyen bir tablo şeklinde sunulmuştur.
8.Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? (2015)
A)Bağdatlı Rûhî’nin
B)Bâkî’nin
C)Nedîm’in
D)Şeyh Galip’in
E)Nef’î’nin

----; gazellerinde gerçek aşkı, zevki ve eğlenceyi gerçekçi bir üslupla dile getirmiştir. O, ---- gibi üzüntü ve acılarını tasavvufi kavramlardan hareketle sembolik bir dille yansıtan yanık bir âşık değil neşeli bir kişiliktir.
9.Bu parçada boş bırakılan yerlere aşağıdakilerden hangisi sırasıyla getirilmelidir? (2016)
A)Hoca Dehhani – Nesimi
B)Nedîm – Fuzûli
C)Bâkî – Hayali
D)Zâtî – Şeyhülislam Yahya
E)Bağdatlı Rûhî – Şeyh Galip


Cevaplar

1.E    2.C   3.C   4.D   5.E   6.D  7.D  8.C   9.B 

İlgili Sayfalar

Divan Edebiyatı Çıkmış Sorular

Cinas

  • Bir şiirde ya da düzyazıda anlamları farklı sözcükler arasındaki yazılış ve söyleyiş benzerliğidir. 
  • Bu sözlerin isim veya fiil olması ya da kelime köküne getirilen birtakım eklerle meydana getirilmiş olması durumu değiştirmez.
  • Cinaslı sözcükler dize sonlarına gelirse -ki çoğunlukla da bu tür örnekler görülür- cinaslı uyak oluşturur.
Örnekler
İçsen bu sudan, bir daha, dostum, susamazsın
Bir hâl gelir, ağlayamazsın, susamazsın
Ömrü yetmez anlatanın
ya susar ya susar
Aruza uymalı söz, işte en büyük derdim
Nasılsınız diyecekken mefâilün derdim
Hani Şam’dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamber'in kabrine
Ayırma beni senden yaradan
Düştüm ölürüm ben bu yaradan
Kuleden
Ses geliyor kuleden
O kaş o göz değil mi?
Beni sana kul eden
Kendin çöz kendin tara
Değmesin el başına
Ben yârime kavuştum
Darısı el başına
Neden kondun a bülbül kapımdaki asmaya
Ben yârimdem ayrılmam götürseler asmaya
Benim için her bir sözün kıymetlidir bir inciden
Gözyaşlarım akıtma gel, odur bu gönlüm inciden
Gayet çoktur değil benim yaram az 
Bana yârdan gayri cerrah yaramaz
Germ ü serdine bakılmaz bu fenâ dünyanın
Eyleme vaktini zayi deme kış yaz, oku yaz
Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç 
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç
Güle naz
Bülbül eyler güle naz
Girdim bir dost bağına
Ağlayan çok gülen az
Ne Ömer Hayyam ol şarapla yıkan 
Ne Âşık Ferhat ol dağları yıkan
Ey kimsesizler el veriniz kimsesizlere 
Onlardır ancak el verecek kimse sizlere
Yaram sızlar
Ok değmiş yara sızlar 
Yaralının halından
Ne bilsin yarasızlar
Söylerken o sözleri kızardı 
Hem hazzeder ah hem kızardı
Kısmetindir gezdiren yer yer seni
Arşa çıksa akıbet yer yer seni
Bir evde dü zen olsa
Olmaz o evde düzen (dü: iki, zen: kadın)
Bir güzel şûha dedim ki iki gözün sürmelidir 
Dedi vallahi seni Hind'e kadar sürmelidir
Her nefeste işledim ben bir günâh 
Bir günâh için demedim bir gün âh
Ey yanağı al ve giydiği al 
Ala gözlüm etme can almağa al
Al ile buseni aldım dostum
Ger peşiman oldun ise yine al
("al" sözcüğü dörtlükte üç farklı anlamda cinaslı kullanılmıştır: sırasıyla renk, hile ve almak eylemi)
Gül erken
Bilmem ki yaz mı gelmiş
Niçin açmış gül erken
Aklımı kayıp ettim
Nazlı yârim gülerken
Geçtikçe bembeyaz gezinenler üçer beşer 
Bildim ki âhiret denilen yerdedir beşer
Her gül yüzünün vasfına yüz dürlü varakdan
Dai'ye gazel yazmağa defter getürüpdür
Gül üzülsün gonca açılsın bana sen gül yeter  
Ağlasun bülbüllerin ey gonca tek sen gül yeter
Açıklama: Bu örnekte cinaslı uyak yok. Cinas sadece sanat olarak dize sonlarındaki "gül" (eylem) ile mısra başındaki çiçek adı anlamıyla kullanılan "gül" arasındadır.

Bencileyin

Acep şu yerde varm'ola şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı şöyle garip bencileyin

Gezerem Rum ile Şam'ı yukarı illeri kamu
Çok istedim bulamadım şöyle garip bencileyin

Kimseler garip olmasın hasret oduna yanmasın
Hocam kimseler yanmasın şöyle garip bencileyin

Söyler dilim ağlar gözüm gariplere göynür özüm
Meğerki gökte yıldızım şöyle garip bencileyin

Nice bu dert ile yanam ecel ere bir gün ölem
Meğerki sinimde bulam şöyle garip bencileyin

Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar şöyle garip bencileyin

Hey Emre'm Yunus biçare bulunmaz derdime çare
Var imdi gez şardan şara şöyle garip bencileyin

Yunus Emre

Sözcükler

bencileyin: benim gibi
bağrı başlı: gönlü yaralı
göynümek: kendi kendine yanmak, üzülmek
yuyamak: yıkamak
sin: mezar
şar: şehir

İlgili Sayfa

Halk Edebiyatı Şiir Örnekleri

Yararlanılan Kaynak

Yunus Emre Divanı, Selim Yağmur

Akıncılar

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik

Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi "İlerle!"
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle

Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan

Bir gün yine doludizgin atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla

Cennette bugün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik


Canlar Canını Buldum

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim dükkânım yağma olsun

Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim gümanım yağma olsun

Benden benliğim gitti hep mülkümü dost tuttu
Lâ mekâna kavm oldum mekânım yağma olsun

Taalluktan üzüştüm ol dosttan yana uçtum
Aşk divanına düştüm divanım yağma olsun

İkilikten usandım birlik hânına kandım
Derd-i şarabın içtim dermanım yağma olsun

Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi
Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun

Geçtim bitmez sağınçtan usandım yaz u kıştan
Bostanlar başın buldum bostanım yağma olsun

Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun


Yunus Emre

Sözcükler


assı: kâr, kazanç
hicap: perde, örtü, utanç
vasl: kavuşma
güman: şüphe
lâ-mekan: mekansız
kavm: aynı boydan olanların tümü
taalluk: alaka, ilgi
üzüşmek: emel, istek
sağınç: emel, istek


İlgili Sayfa

👉 Halk Şiiri Örnek Metinler

Nabizâde Nazım (1862 - 1893)

Nabizade Nazım
  • Tanzimat 2.dönem hikâye ve roman yazarı.
  • İstanbul’da doğdu. Asıl adı Ahmed Nâzım, babasının adı Nâbî’dir. 
  • Annesini hiç tanımadı, babasını da henüz mahalle mektebine devam ettiği sırada kaybetti. Bu sebeple üvey anne ve dadıların elinde büyüdü. 
  • Erkan-ı Harbiye’den 1887 yılında yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. 
  • Bir müddet Mekteb-i Harbiye’de matematik hocalığı yapmış sonrasında askerlikle ilgili bazı keşif ve araştırmalar yapmak üzere Suriye’ye gönderilmiştir.
  • 1891'de yakalandığı kemik veremi nedeniyle 1893 yılında henüz 30 yaşında iken vefat etmiştir.
Edebi Yaşamı
  • Edebiyata ilgisi öğrencilik yıllarında başlamıştır. 
  • Devrin gazete ve dergilerinde Ahmet Mithat Efendi tarzında yazılar yazan Nâzım, şiire de heves etmiştir.
  • Şiirlerini Heves Ettim (1885) ve Mini Mini (1886) isimli küçük kitaplarda topladı.
  • Asıl başarısını roman ve hikâyede gösterdi.
  • Tanzimat edebiyatının ikinci döneminde kendini göstermeye başlayan yazar, realist ve natüralist eğilimin temsilcilerinden biridir.
Eserleri
  • Roman: Karabibik, Zehra
  • Hikaye: Yadigârlarım, Zavallı Kız, Bir Hatıra, Sevda, Hâlâ Güzel, Haspa, Seviye-i Tesâmüh
  • Şiir: Heves Ettim, Mini Mini
Karabibik
  • Eser, kimi kaynaklarda uzun hikâye olarak geçmektedir.
  • Karabibik, köy hayatını konu eden ilk romandır.
  • Antalya'nın Kaş İlçesine bağlı Beymelik köyünde geçen eser, kızıyla yaşayan bir çiftçinin günlük yaşamını ele almaktadır.
  • Eser, Akdeniz köylerinin 19.yüzyıldaki yaşamı hakkında ipuçları da içermektedir.  
  • Eserde roman kişileri yöre ağzıyla konuşturulmuştur.
  • Eser realist-natüralist özellikler gösterir.
Zehra
  • Kıskançlık teması üzerine yazılmıştır. 
  • Eserde, Zehra adındaki güzel bir kadının kocasını elinden kaptırma korkusu ile kıskançlığın pençesine yakalanışı işlenir.
  • Eser karakterlerinin çok yönlü ele alınışı ile kendinden önceki romanlardan ayrılır.
  • Yazar, kahramanlarını çevrelerine uygun tasvir etme konusunda dönemine göre başarılıdır. 
  • Bu açılardan roman ilk natüralist roman ya da natüralist roman denemesi olarak kabul edilmektedir.
 İlgili Sayfalar
👉 Zehra (Geniş Özet)

👉 Karabibik (Geniş Özet) 

👉 Tanzimat 2. Dönem Genel Özellikleri 
Yararlanılan Kaynaklar
  • Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Nihat Sami Banarlı
  • Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, Kenan Akyüz
  • TDV İslam Ansiklopedisi, Nabizâde Nazım Maddesi

Zehra - Nabizade Nazım (Özet)

Nabizâde Nazım'ın romanı.
1886 yılında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilen eserde doğuştan kıskanç olan Zehra adındaki güzel bir kızın kocasını elinden kaptırma korkusu ile kıskançlığın pençesine yakalanışı işlenir.
Eser, bir anlamda kıskançlığın romanıdır.
Tanzimat Edebiyatının ikinci dönem ürünü olan eser karakterlerinin çok yönlü ele alınışı ile kendinden önceki romanlardan ayrılır.
Yazar, çevre tasvirlerinde ve kahramanlarını çevrelerine uygun işleme konusunda dönemine göre başarılıdır. Bu açılardan roman natüralizmden izler taşır (ilk natüralist roman / roman denemesi).

Romanın Özeti

Suphi oldukça kibar büyümüş, genç yakışıklı bir delikanlıdır. Babası sağlığında oğlunu Asmaaltı’nda tüccar olan Şevket Efendi’nin yanına katip olarak yerleştirir. Suphi, Şevket Efendi’nin on yedi yaşındaki kıskanç yaradılışlı kızı Zehra'ya âşık olur. Suphi’nin hisleri karşılıksız değildir. Durumu fark eden Şevket Efendi, hırçınlığından ve huysuzluğundan şikâyet ettiği kızına eş olarak Suphi’yi uygun bulur.
Evlendikten bir süre sonra Zehra'nın huysuzluk ve kıskançlıkları tekrar başlar. Suphi’nin annesi Münire Hanım evin kalfası Nazikter’e yardım etmesi için oğlu ile gelinine Sırrıcemal adıyla bir cariye satın alır. Sırrıcemal çok güzel bir kızdır. Zehra, güzellik bakımından Sırrıcemal’den aşağı kalmasa da kocasını -henüz ortada bir şey yokken- evin hizmetçisi Sırrıcemal’den kıskanır. Sırrıcemal’in Zehra’nın hırçınlıklara karşı boyun eğişi ve sakin tavırları Suphi’nin dikkatini çekmeye başlar ve asıl bu noktadan sonra Suphi Sırrıcemal’e ilgi duymaya başlar. Çok geçmeden Suphi, Sırrıcemal’e aşkını ilan eder. Durumdan şüphelenen Zehra’nın hırçınlıkları artar. Evin yaşlı halayığı Nazikter, Sırrıcemal’i yakın takibe alır. Sırrıcemal artık her şeye boyun eğen, alçak gönüllü cariye değildir. İki kadın arasında artık büyük bir savaş başlamıştır. Nihayet ilk savaşı karnındaki çocukla Sırrıcemal kazanır. 

Bu sırada Şevket Efendi ölür. Mağazanın yönetimi Suphi’ye kalır. Suphi karısından giderek soğur ve onu boşayıp Sırrıcemal ile evlenir. Suphi’nin Zehra ile birlikte bıraktığı Münire Hanım, Sırrıcemal’i bu evliliğin ortasına bırakmanın ezikliği ile gelininin hırçınlıklarına boyun eğmeye mecbur kalmaktadır. 
Habbe Molla adındaki bir kadının vasıtasıyla eski kocasının yeni evini öğrenen Zehra intikam ateşi ile yanmaktadır. Zehra, kurduğu düzen ile Suphi’nin başına Ürani adındaki bir yosmayı musallat eder. Evin yolunu unutan Suphi’nin gözü artık Ürani’den başkasını görmemektedir. Olanlardan habersiz evinde kocasını bekleyen Sırrıcemal, Suphi’nin Zehra’ya döndüğünü zanneder. Artık Sırrıcemal de Zehra gibi intikam sevdasına düşmüştür. Bir gün yanına hizmetçilerden birini alıp Hocapaşa’da oturan Zehra’nın evine gider. Kayınvalidesinin kucağına kapanıp ağlayan Sırrıcemal, bir süre sonra Suphi’nin bu eve hiç uğramadığına ikna olur. Sırrıcemal’in halini gören Zehra, bu durumdan memnundur. 
Suphi’nin kendisi gibi Zehra’yı da feda ettiğini anlayan Sırrıcemal’in artık adını bilmediği yeni bir düşmanı vardır. Bu olaydan birkaç gün sonra Suphi’nin katibi Muhsin bir miktar harçlıkla biraz öteberi getirir. Muhsin’in ağzını arayan Sırrıcemal, kocasının kendisini hafifmeşrep bir kadın için terk ettiğini öğrenir. Bu durumu kabullenemeyen Sırrıcemal bir nöbet şeklini alan baygınlıklar geçirmeye başlar. Bir süre sonra da bebeğini kaybeder. Bütün umudunu bağladığı çocuğunu kaybetmesi Sırrıcemal için bir yıkım olur. Gün geçtikçe eriyen çaresiz kadın yaşadıklarını dayanamayıp kendini evin sarnıcına atarak intihar eder.
İşlerden elini tamamen kesen Suphi, mağazayı tamamen Muhsin’in eline bırakmıştır. Suphi, Ürani’nin istek ve ihtiyaçlarını karşılamak için de su gibi para harcar. Mağazanın idaresinde tek başına kalan Muhsin de çalıp çırpmaya koyulmuştur.
Sırrıcemal’in ölümü ile intikamının en az bir kısmını aldığını düşünen Zehra’nın Suphi için başka planları vardır. Ürani ile yürüttüğü intikamı artık yeterli görmez ve Muhsin’i gözüne kestirir. Bu sayede mağazayı da ele geçirmek niyetindedir. Habbe Molla’yı aracı tutan Zehra, Muhsin kendisiyle evlenmek için dünden razı olduğunu öğrenir. On beş gün içerinde her şey olup biter. Zehra bu evlilik meselesiyle Suphi’den beklediği tepkiyi alamaz. Suphi aldığı bu habere karşı kayıtsız kalır. Muhsin hesapları görüp Suphi’nin hissesini ayırır. 
Sırrıcemal’in başına gelenlerden de habersiz olan Suphi kimi zaman silkinip Ürani’den kurtulmak istese de bunu başaramaz. Suphi, eline kalan bu son parayı da Ürani’yi memnun etmek için harcar. Elinde avucunda bir şey kalmayan Suphi bir süre sonra Ürani’nin sığıntısı olarak yaşamaya başlar. Ürani hiçbir şeyi kalmayan bu zavallı adamı kapının önüne koyar. Sokakta kalan Suphi uzun zamandır aklına getirmediği annesini hatırlar. Zehra’nın evlendikten sonra yalnızlığa terk ettiği Münire, konu komşuya avuç açar hale gelmiştir. Annesinin yersiz yurtsuz kalması bile Suphi’yi pek etkilememiştir. 
Tulumbacı olarak çalışmaya başlayan Suphi, sefil bir yaşam sürmeye başlar. Büyük bir değişim geçirmiştir. Bir zamanın nazik, kibar adamı sırım gibi sertleşmiş, bıçkınlaşmıştır. Bir gün Ürani ile sevgilisini tramvayda görür. İntikam hırsı ile bir plan yaparak ikisini de öldürür. Şüpheli olarak yakalanan Suphi’yi suçlayacak maddi kanıtlar bulunamaz ancak İstanbul’da kalması da uygun bulunmayarak Trablusgarp’a sürülmesine karar verilir. 
Olaylardan haberdar olan Zehra, durumdan memnun değildir. Suphi’nin tüm yaptıklarından pişman olup ayaklarına kapanmasını beklemek artık mümkün değildir. Suphi’yi kaybettikten sonra zaten hiç sevmediği Muhsin’den de nefret etmeye başlar. Muhsin’den olan çocuğu ancak iki hafta yaşayabilmiş bir süre sonra Muhsin de ölmüştür. 
Bir gün alışveriş çarşıya çıkan Zehra, yolda bir kalabalık görür. Yoksul ve yaşlı bir kadın yolda düşüp ölmüştür. Zehra kadının Münire olduğunu görünce üzerine kapanıp ağlamaya başlar. Büyük bir pişmanlık yaşayarak bu üzüntüyle yatağa düşen Zehra da kısa bir süre sonra ölür.

İlgili Sayfalar